Görüş
Ortadoğu için yeni bir yüzyıl
Ortadoğu'da siyasi kurumlar, bir asırdır yaşanan Amerika ve Avrupa kaynaklı müdahaleler neticesinde işlemez hale gelmiş durumda. 2016, bölgenin kendi içerisinde ürettiği politikalarla sürdürülebilir kalkınma meselelerine eğildiği yeni bir yüzyılın başlangıcı olmalı.

amerika birleşik devletleri (abd), avrupa birliği (ab) ve dünya bankası gibi batı liderliğindeki kurumlar, sürekli ortadoğu'nun niçin kendi kendini yönetemediğini soruyor. dürüstlükle, ancak bilinçsizce sorulmuş bir soru bu. sonuçta ortadoğu'da iyi bir yönetim tesis edilmesinin önündeki tek önemli engel, bölgenin öz yönetim eksikliği. bölgedeki siyasi kurumlar, birinci dünya savaşı'ndan, hatta kimi yerlerde daha da öncesinden beri yaşanan amerika ve avrupa kaynaklı müdahaleler neticesinde işlemez hale gelmiş durumda.
ancak bir asırdır süren bu gidişat artık sona ermeli. 2016, ortadoğu'nun kendi içerisinde ürettiği politikalarla sürdürülebilir kalkınma meselelerine ivedilikle eğildiği yeni bir yüzyılın başlangıcı olmalı.
ortadoğu'nun son 100 yıldaki kaderi, kasım 1914'te, osmanlı imparatorluğu'nun birinci dünya savaşı'nda kaybeden tarafı seçmesiyle şekillendi. osmanlı imparatorluğu parçalandı; imparatorluk topraklarından geriye kalanlar, savaşın galipleri ingiltere ve fransa'nın hâkimiyeti altına girdi. 1882'den beri mısır'ı elinde bulunduran ingiltere, bugünün irak, ürdün, israil, filistin ve suudi arabistan topraklarını kapsayan bölgede fiilen yönetimi ele geçirirken, kuzey afrika'nın büyük bölümüne hâkim olan fransa da lübnan ve suriye'yi aldı.
ingiliz ve fransızların petrol, limanlar, deniz taşımacılığı rotaları ve yerel liderlerin dış politikaları üzerindeki kontrolünü sağlama almak için milletler cemiyeti eliyle resmi manda yönetimleri kuruldu ve çeşitli hegemonya uygulamalarına gidildi. sonradan suudi arabistan adını alacak olan bölgede ingiltere, haşimi hicaz'ın arap milliyetçiliği yerine ibn suud'un vahabi köktenciliğini destekledi.
ikinci dünya savaşı sonrası süreçte, abd, suriye'de gerçekleşen cia destekli askeri darbe (1949) ve batı'nın iran petrolü üzerindeki hâkimiyetini koruma amacıyla iran'da muhammed musaddık'ı devirmek için düzenlenen cia operasyonu (1953) ile birlikte müdahaleci bir yaklaşım benimsedi. washington'ın bu tutumu, günümüze kadar aynı şekilde devam etti. libya'da muammer kaddafi'nin (2011) ve mısır'da muhammed mursi'nin (2013) devrilmesi ve suriye'de beşşar esed'e karşı yürütülen savaş bunun örnekleri. abd ve müttefikleri, son yetmiş yılda yeterince kontrolleri altına alamadıkları hükümetleri devirmek için defalarca bölge ülkelerine müdahale etti ya da iç kaynaklı darbelere destek verdi.
batı ayrıca yüz milyarlarca dolar silah satarak tüm bölgeyi silahlandırdı. abd, bölge genelinde askeri üsler kurarken, başarısız cia operasyonları nedeniyle ciddi miktarda silah, şiddet yanlısı amerika ve avrupa düşmanlarının elinde kaldı.
bu yüzden, batılı liderler bölgedeki araplara ve diğer halklara niçin kendi kendilerini yönetemediklerini sorarken, şu yanıtı duymaya da hazır olmalı: "cezayir, filistin, mısır ve diğer bölge ülkelerinde yüzyıl boyunca yaptığınız müdahalelerle, sandıktan çıkan sonuçları kabul etmeyerek demokratik kurumların temelini çürüttünüz; artık kronik bir hal alan savaşlara neden oldunuz; kendi kötü amaçlı çıkarlarınız için en şiddet taraftarı cihatçıları silahlandırdınız; bugün bamako'dan kabil'e kadar uzanan bir ölüm tarlası yarattınız."
yeni bir ortadoğu için beş ilke
peki o zaman yeni bir ortadoğu için ne yapılmalı? bunun için önerebileceğim beş ilke var.
ilk ve en önemli olarak, abd, dış ülkelerdeki hükümetleri devirme ya da istikrar bozma amaçlı gizli cia operasyonlarına son vermeli. cia, 1947 yılında iki temel yetkiyle kuruldu. bu yetkilerden biri (istihbarat toplama) meşru, diğeri (amerika'nın çıkarlarına "düşman" görülen rejimleri devirmeye yönelik gizli operasyonlar düzenleme) ise felaket doğurucuydu. abd başkanı, çıkaracağı bir kararname ile gizli cia operasyonlarına son verebilir ve vermelidir. böylece özellikle ortadoğu'ya miras bıraktıkları olumsuz sonuçlar ve karışıklıklar da son bulacaktır.
ikincisi, amerika, bölgeye yönelik o her zaman pek de meşru olmayan dış politikalarını birleşmiş milletler güvenlik konseyi üzerinden yürütmeli. abd liderliğinde kurulmuş "gönüllü koalisyonlara" dayalı mevcut yaklaşım, başarısız olmasının yanında, irak şam islam devleti'ni durdurmak gibi meşru amerikan hedeflerinin bile jeopolitik rekabetler yüzünden engellendiği anlamına da geliyordu.
abd, dış politika girişimlerini güvenlik konseyi oylarıyla sınayarak çok şey kazanabilirdi. amerika, 2003'te güvenlik konseyi irak'ta savaşı reddettiğinde işgalden kaçınsaydı veya beşşar esed'in abd desteğiyle devrilmesine rusya karşı çıktığında, suriyeli lideri devirmek için gizli operasyonlar düzenleme yoluna gitmeseydi akıllıca davranmış olurdu. bugün tüm güvenlik konseyi de işid ile savaş konusunda (amerika'ya ait değil) küresel bir plan etrafında birleşirdi.
üçüncüsü, abd ve avrupa, ortadoğu'da demokrasinin sandıkta birçok islamcı zaferini de beraberinde getireceği gerçeğini kabul etmeli. seçimle iş başına gelecek bu islamcı rejimlerin çoğu, zayıf performans gösteren birçok hükümet gibi başarısız olacaktır. böyle bir durumda da ya bir sonraki seçimlerde, ya halk protestolarıyla ya da belki yerel generaller tarafından devrileceklerdir. ancak ingiltere, fransa ve abd'nin tüm islamcı hükümetleri iktidar dışında tutma gayretleri, başarıya ulaşmak ya da uzun vadede yarar sağlamak söyle dursun, bölgenin siyasi açıdan olgunlaşmasını engellemekten öteye geçmiyor.
dördüncüsü, sahil kuşağı'ndan kuzey afrika, ortadoğu ve orta asya'ya kadar uzanan bölgenin içinden yetişen liderler, bugün islam dünyasının önündeki en büyük sorunun eğitim kalitesi olduğunun bilincine varmalı. bölge, bilim, matematik, teknoloji, inovasyon, girişimcilik, küçük işletmelerin kalkınması ve (dolayısıyla) istihdam yaratma açısından orta gelir düzeyine sahip benzerlerine kıyasla oldukça geri kalmış durumda. yüksek kaliteli eğitimin olmadığı yerde ekonomik refah ve siyasi istikrar şansı az.
son olarak, çevresel bozulma karşısında istisnai derecede savunmasız ve hidrokarbon kökenli enerji kaynaklarına aşırı bağımlı olan bölge, dünyanın artık düşük karbon düzeyli enerjiye geçmekte olduğunu da göz önünde bulundurarak bu sorunları ele almalı. nüfusunun çoğunluğunu müslümanların oluşturduğu, batı afrika'dan orta asya'ya uzanan topraklar, dünyanın en kalabalık kurak bölgesi. sekiz bin kilometrelik bu alan, su sıkıntısı, çölleşme, artan hava sıcaklığı ve gıda güvencesizliğinden muzdarip.
ortadoğu'nun karşı karşıya olduğu gerçek sorunlar bunlar. şii-sünni ayrılığı, esed'in siyasi geleceği ve doktrinel anlaşmazlıklar ; kaliteli eğitim, mesleki beceriler, ileri teknoloji ve sürdürülebilir kalkınma ihtiyacına kıyasla uzun vadede kesinlikle çok daha önemsiz meseleler. islam dünyasında sayıları hiç de az olmayan cesur ve ilerici düşünürler, içindeki yaşadıkları toplumun bu gerçeğin farkına varmasına yardımcı olmalı. dünyanın dört bir yanındaki iyi yürekli insanlar da, onların bu çabasına barışçıl bir işbirliği göstererek ve emperyal tarzda savaşların ve manipülasyonun önünü keserek destek vermeli.
jeffrey d. sachs, columbia üniversitesi'nde sürdürülebilir kalkınma, sağlık politikası ve yönetimi profesörü ve yeryüzü enstitüsü direktörü. birleşmiş milletler genel sekreterliği milenyum kalkınma hedefleri özel danışmanı olarak görev yapmaktadır.
twitter'dan takip edin:@jeffdsachs
bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve al jazeera’nin editöryel politikasını yansıtmayabilir.
bu makalenin ilk nüshası project syndicate tarafından yayımlanmıştır.
Yorumlar