Görüş
Türkiye-AB ilişkilerinde yeni bir başlangıç gerekiyor
Türkiye ve AB’nin birbirine ihtiyacı var. Türkiye’deki AB yatırımları, toplam dış kaynaklı yatırımlarının yüzde yetmiş beşini oluşturuyor.

sadece beş ay önce, usame bin ladin yaşıyor, hüsnü mübarek mısır’ın yönetimini sağlam bir şekilde kontrolünde bulunduruyor, zeynel abidin bin ali ise tunus’u demir yumruğuyla idare ediyordu. bugün, halk isyanı ve siyasi değişim bölgenin tümüne yayılmış durumda. bu süreçte, suriye ve yemen’deki gösterilerin şiddetli bir şekilde bastırıldığına, suudi askerlerin bahreyn sınırları içine girdiğine ve libya’da halen süren savaşa tanık olduk.
avrupa açısından ise ‘arap baharı’, son aylarda büyük ölçüde göz ardı edilmiş bir konuya odaklanmalı: türkiye’nin avrupa birliği (ab) üyeliğinin yararları. şu anki durumun sunduğu büyük fırsatlar göz önüne alındığında, türkiye’nin ab üyeliğinin avantajları herkes için aşikâr olmalı.
recep tayyip erdoğan’ın bir dönem daha başbakanlık koltuğuna oturması ve avrupa’nın dünyadaki stratejik pozisyonunun önemini iyi bilen bir ülke olan polonya’nın ay sonunda ab dönem başkanlığını devralıyor olması göz önüne alındığında, şu an türkiye ve ab’nin sürdürdükleri müzakerelerde yeni bir başlangıç yapması için en uygun zaman.
türkiye’nin avrupa’ya sağlayabilecekleri, ‘arap baharı’ öncesinde de açıkça gözler önündeydi. avrupa, tanım gereği kültürel çeşitlilik içeren bir kıta, dolayısıyla çeşitlilik ab’nin kaderi. eğer avrupa, bir müze yerine küresel bir oyuncu olacaksa, türk insanının enerjisine ve taze bakış açısına ihtiyaç duyacak.
bugünün avrupası, türkiye’nin ab’ye katılım sürecinin başlatıldığı 1999 yılının avrupası’ndan hem daha büyük, hem de daha farklı. blok ayrıca, genişlemeye uyum amaçlı lizbon antlaşması’nın sonunda kabul edilmesiyle hemen hemen aynı döneme denk gelmiş olan derin bir ekonomik kriz de yaşıyor. söz konusu antlaşma, amaçlandığı gibi 2005 yılında onaylanmış olsaydı, altı yıldır yürürlükte olacak ve krizin ab ekonomi yönetimi üzerindeki baskısı çok daha idare edilebilir olacaktı. bu baskı, euro bölgesinde son dönemde ortaya çıkan sorunlar ile birlikte daha da bariz hale geldi.
öte yandan ab, sık sık karşılaştığı sorunları çözmeyi hep bilmiş, yoluna devam etmiştir. bugün ortak bir hazineye sahip olmasak da, buna yakın bir uygulamaya başlamak üzereyiz. benzer şekilde bugün, avrupa merkez bankası, söz gelimi 1997 yılında kimsenin hayal edemeyeceği bir yetkinliğe sahip.
kıtanın halen mücadele ettiği önemli bir mesele, zaman geçtikçe daha da büyüyecek olan göç sorunudur. 2050 yılına kadar, avrupa’nın iş gücü 70 milyon azalacak. ekonomik istikrarı sürdürebilmemiz için göçün devamı ve ab sınırlarının açık kalması gerekiyor. ek olarak, “ötekilere” yönelik popülist dışlama politikalarının kararlı bir şekilde azaltılması bu anlamda büyük bir önem teşkil ediyor.
bugünün türkiyesi de, 1999 yılından beri, hem siyasi, hem de ekonomik olarak büyük bir değişim yaşadı. ab üyelik sürecinin bu değişimde büyük payı var. aslında, ab’nin çekiciliği (ya da ‘yumuşak’ gücü) olmasaydı, bu değişim gerçekleşmeyecekti.
ekonomik açıdan bakıldığında, g-20 üyesi olan türkiye bu platform bünyesinde etkin bir rol oynuyor. ayrıca ülke, bölgede edindiği siyasal rolü son derece ciddiyetle sürdürmeye devam ediyor.
henüz yapılmış olan genel seçimler ve kabul edilmesi beklenen yeni anayasanın ışığında türkiye, dönüm noktası olarak nitelendirilebilecek bir ana yaklaşıyor. ben, franco’nun ölümü sonrasında, 1975 ve 1976 yıllarında ispanyol anayasası’nı yazan ispanya anayasa komisyonu’nun üyelerinden biriydim. dolayısıyla, diktatörlükten demokrasiye geçişin ne demek olduğunu ve anayasanın uzlaşma çerçevesinde yapılmasının ne kadar önemli olduğunu biliyorum.
ab-türkiye ilişkileri 1963 yılında imzalanan ortaklık anlaşması ile başladı. katılım müzakereleri 2005’den beri devam etmekte ve bu çerçevede tarım, enerji, rekabet, çevre, istihdam, sosyal politika ve daha nice alanı içeren 35 “fasıl” bulunmakta. beklediğimiz seviyenin altında olsa da, 19 fasıl şu ana kadar açılmış durumda. asıl sorun sadece tek bir fasılın kapanmış olması. daha da kötüsü, müzakereler yavaşlamış durumda. gerçeği söylemek gerekirse, 2010 yılının ikinci yarısında hiçbir gelişme olmadı. 2011 yılında anlamlı bir ilerleme yaşanacağını ümit ediyorum.
türkiye ve ab’nin birbirine ihtiyacı var. türkiye’deki ab yatırımları, toplam dış kaynaklı yatırımlarının yüzde yetmiş beşini, ihracatının ve iç turizminin ise yaklaşık yarısını oluşturuyor. benzer şekilde, avrupa’nın enerji güvenliği, orta asya ve orta doğu’dan tedarik edilen petrol ve doğalgazın geçiş hattı üzerinde olması nedeniyle, türkiye ile işbirliğine bağlı.
birbirimize siyasi olarak da ihtiyacımız var. türkiye’nin komşuları bizim de komşularımız, sorunları bizim de sorunumuz. türkiye’nin üyeliği sonucunda avrupa’nın güvenlik alanında elde edeceği birçok fayda ve stratejik avantaj mevcut: üyelik, en başta türkiye’nin uzun süredir üyesi olduğu nato ile ab arasındaki ilişkilere yarar getirecektir.
benzer şekilde, türkiye ile ortak hareket ederse, ab’nin bugün akdeniz çevresinde ortaya çıkan sorunlara müdahil olabilmesi çok daha kolay olacaktır. ab-türkiye işbirliği, bosna-hersek’e kalıcı bir çözüm getirilmesi için de birincil derecede önem taşıyor.
türkiye 1999 yılındaki liderleri, şartların çok zorlu olacağını düşünmesi nedeniyle ab’ye katılım için aday olmak istememişti. ben de ordaydım; gece yarısı önce başbakan bülent ecevit’le, daha sonra da cumhurbaşkanı süleyman demirel’le konuştum. ecevit, iki gün sonra türkiye’nin resmi olarak ab üyesi olmak istediğini açıklamak üzere helsinki’deydi. orada şunları söyledik: türkiye ab üyesi olacak. o gün o belgenin imzalamasını desteklemiştim; bugün de aynı şeyi yapardım.
zor ve geleceği öngörmenin imkânsız olduğu, ama aynı zamanda umutla dolu bir dönem yaşıyoruz. bugünlerde, dünyanın ab ile türkiye’nin iş birliğine ihtiyacı var. iş birliğinden kastım, arada bir temasa geçip, belirli bir sorunu ele almak değil. daha derin ve iyi tanımlanmış bir ilişkiden bahsediyorum. türkiye’nin ab’ye üye olmasından bahsediyorum. bu benim hayalim; gerçeğe dönüştürmek için çalışmaya devam edeceğim.
geçmişte avrupa birliği ortak dışişleri ve güvenlik politikası yüksek temsilcisi ve nato genel sekreteri olarak görev yapmış olan javier solana, şu anda brookings enstitüsü dış politika programı’nda seçkin kıdemli uzman, esade küresel ekonomi ve jeopolitik merkezi’nde ise başkan pozisyonunda bulunuyor.
bu makalenin bir nüshası daha önce project syndicate tarafından yayınlandı.
bu makalede yer alan görüşler yazara aittir ve al jazeera’nın editöryel politikasını yansıtmayabilir.
Yorumlar