Haber analiz
Müslüman toplumlarda mezhepsel ilişkiler
Özelde Orta Doğu genelde ise tüm İslam dünyasında mezhepler arası hoşgörü ortamının yeniden sağlanması, siyasal ve toplumsal barışın temel koşuludur.

islamiyet, arabistan yarımadası'nda 7. yüzyılda ortaya çıkan ve mensupları olan müslümanlar tarafından ilahi kökenli son din kabul edilen evrensel bir inanç sistemidir. islam dininin doğduğu mekke ve geliştiği medine şehirlerini içine alan hicaz bölgesi, iran’dan afrika’nın kuzeydoğusuna uzanan coğrafyanın tam kalbinde yer alır. bu coğrafya, iki yüzyıldır orta doğu adıyla anılır.
islamiyetin mezhepleşme süreci, genel itibarıyla orta doğu zemininde gerçekleşti. fakat islam dininin yayıldığı öteki coğrafyalar da bazı mezheplerin oluşumuna ev sahipliği yaptı.
islam üst çatısı altında ortaya çıkan çeşitli mezhepler, 20. yüzyılın ikinci yarısına kadar orta asya'dan hint alt-kıtasına, endülüs'ten anadolu'ya, kafkasya'dan balkanlar'a, afrika içlerinden uzak doğu'ya kadar müslümanların yaşadığı bütün bölgelerde yan yana durabildi. bu genel çatışmasızlık durumu, islam medeniyetinin klasik ve pre-modern dönemde inşa ettiği çoğulcu yapının göstergesiydi.
islam dünyasındaki çoğulcu dokuya rağmen ortodoks (dinin genel ilkelerine uyan) ana akım mezheplerin, heterodoks (dinin kabul edilmiş genel esaslarına aykırı duran) nitelikleriyle öne çıkan bazı mezhepleri tekfir etmeleri (din dışına çıkmakla suçlamaları) vb. tavırlar, müslümanlar arasında zaman zaman gerilimlere de yol açtı. diğer yandan islam ümmeti içerisinde azınlık konumundaki heterodoks mezheplerin, mevcut yönetimleri hedef alan bazı kıyamların (ayaklanmaların) ideolojik altyapısını hazırlaması, çoğunluğu teşkil eden ortodoks mezhepler nezdinde onlara dair kuşku ve tedirginlik duygularını çoğalttı.
farklı mezhep mensuplarının yaşadıkları kimi ihtilaflar, zaman zaman fiili çatışma aşamasına uzansa da, genelde fazla büyümeden denetim altına alınabildi. islam mezhepleri, avrupa’da hristiyan mezheplerinin yaşadığı boyutlarda uzun ve kanlı çatışma döngülerine girmeksizin, birbirleriyle büsbütün kaynaşmadan ama aralarındaki teması da koparmadan var olabildi.
mezheplerin çatışma unsuruna dönüşmesi
islam mezhepleri arasında tarihsel akış içerisinde kurulmuş doğal dengeler ve ilişkiler, yakın siyasi dönemde ağır bir hasara uğrayarak gayet olumsuz bir tabloya evirildi. karşılıklı korku ve önyargılardan beslenen, küresel aktörlerin yönlendirmesiyle sürekli yoğunlaşan mezhepsel gerilim ve çatışmalar, müslüman coğrafyanın temel sorunları listesinde ilk sıralara yükseldi. özellikle de arap toprakları ile anadolu’yu tek çatı altında toplayan osmanlı imparatorluğu’nun 20. yüzyıl başında dağılmasıyla, suriye, lübnan ve irak gibi ülkelerde doruğa ulaşan karmaşık mezhep dokusu tam anlamıyla yırtıldı.
beş yüz yıl boyunca osmanlı imparatorluğu'nun sınırları dahilinde bütüncül bir yapı arz eden arap bölgeleri, birinci dünya savaşı (1914-18) parçalanıp ingiltere ve fransa'nın kontrolünde ulus devlet formunda şekillendi. bu ulus devletlerde mezhepsel fay hatları üzerinde yükselen otoriter yönetimler, cemaatler arasındaki doğal mesafelerin genişlemesine yol açtı. suriye, irak ve bahreyn gibi orta doğu ülkelerinde, azınlık konumundaki cemaatler, nüfuslarıyla orantısız ölçüde iktidarı kontrol altına aldı. bir ülkede azınlık olan mezhebin başka bir ülkede çoğunluğu teşkil etmesi, tabloyu daha da karmaşıklaştırdı. bu sorunlu kompozisyon, islam dünyasının kalbi sayılan orta doğu’nun, yaşadığı yakıcı sorunlar karşısında ortak duruş sergilemesini de ciddi ölçüde engelledi.
soğuk savaş, mezheplerin islam dünyasındaki şiddet sarmalının mütemmim cüzü haline getirilişine tanıklık etti. kerkük, bağdat, halep, şam ve beyrut gibi kadim şehirde asırlardır beraber yaşayagelmiş islam mezheplerinin üyeleri, ekonomik ve politik paylaşım sorunlarını mezhep çatışması üst başlığı altında çözümleme yoluna girdiler. özelde orta doğu genelde ise tüm islam coğrafyasında görülen adaletsizlik, eksiklik ve yoksunluk, mezhep çatışması kamuflaşlı paylaşım mücadelesini tetikledi.
küresel ve bölgesel güçlerin orta doğu’daki vekil savaşlarının zirvesi kabul edilen lübnan iç savaşı (1975-1990), islam dünyasındaki mezhep ve inanç çerçeveli çatışmaların uç örneklerindendir. lübnan'da on beş yıl boyunca yaşananlar, binlerce insanın hayatını kaybettiği dünyanın en uzun ve en kanlı iç çatışmalarından biri olarak tarihe geçti. şii ve sünni mezheplerine mensup müslüman arapların birbirleriyle ve hristiyanlar araplarla giriştikleri bu çatışma sonucu 120 bin insan hayatını kaybetti. lübnan iç savaşı’nın ardından ülkede, iktidarın inanç kotalarına göre dağıtılmasına dayanan kırılgan bir sistem kuruldu. ancak bütün bireyleri cemaat siyaseti sınırları dahilinde hareket etmek zorunda bırakan bu sekteryen yapı, lübnan’a istikrar getirmediği gibi toplumsal parçalanmışlığı daha da derinleştirdi.
mezhep çatışmasının trajik sonuçlarıyla uzun yıllardır boğuşan bir diğer müslüman ülke de pakistandır. abd’nin asya’daki en önemli müttefiklerinden biri olan pakistan'daki mezhepsel gerilim, 1980’lerde baş gösterdi. soğuk savaş sonrası yeni dünya düzeni’nin oturtulmaya çalışıldığı 1990’lara gelindiğinde ise ülkedeki mezhepsel sorunların boyutları genişledi. pakistan'da azınlık konumundaki şiilere yönelik saldırılar, bugün ülkedeki güvenlik sorunlarının başında geliyor.
uluslararası sistemde taşların yavaş yavaş yerine oturup yeni küresel güç kompozisyonunun ana hatlarının belirginleştiği 21. yüzyıl başları, mezhep olgusunun islam dünyasının genelinde bir tür ‘çatışma kalkanı’ formunda yoğunlaşmasına tanıklık ediyor. abd'nin, 11 eylül 2001’de maruz kaldığı ve faillerinin orta doğu kökenli olduğunu açıkladığı saldırılardan sonra başlattığı terörle küresel savaş kapsamındaki işgalleri, mezhep çatışması ateşini körükledi.
2003'te irak'ı işgal eden ve saddam hüseyin liderliğindeki baas rejimini ortadan kaldıran abd, ülkedeli bütün dengeleri alt üst ettiği gibi yerine adil ve istikrarlı bir sistem de kuramadı. oluşan kaos içinde irak, kanlı bir mezhep çatışmasına sürüklendi. yüzlerce insan, bu çatışmanın parçası olan terör saldırılarında yaşamını yitirdi. 2010'lara gelindiğinde irak'taki şii-sünni mücadelesinden akan kan kısmen azaldıysa da, mezhepsel fay hatlarının siyasete doğrudan yansıması, irak'ın ulusal bütünlüğünü ağır ölçüde tehdit ediyor.
medine'deki mescid-i nebevi, müslümanların hac sırasındaki ziyaret mekanları arasında yer alıyor. [mahmud hams/afp/getty]
arap baharı ve 'mezhep meselesi'
2010 yılı sonlarında kuzey afrika'da ateş alan arap isyanları ile birlikte, kesişme ve çatışma halindeki farklı dinamiklerin harekete geçtiği orta doğu, çok keskin ve öngörülemeyen bir değişim dönemine girdi. batı medyası tarafından ‘arap baharı’ olarak adlandırılan ve tunus ile mısır’ı onlarca yıldır demir yumrukla yöneten diktatörlerin, ‘adalet, özgürlük ve ekmek’ talep eden kitlelerin protestolarıyla ardı ardına devrilmesiyle başlayan süreç, tüm bölgede statükoyu temellerinden sarstı. tunus ve mısır’da, sivillerin ön planda olduğu barışçıl rejim değişimi, libya’da iktidar güçleri ile silahlı isyancılar arasındaki çatışmaya uluslararası güçlerin müdahalesiyle gerçekleşti. arap baharı ya da arap isyanı, ‘edilgen ve sinik orta doğulu’ imajını aşındırırken, müslümanların yaşadığı bu sorunlu coğrafya umut rüzgarıyla serinliyordu.
arap baharı'nın rotasının suriye'ye dönmesi, orta doğu’daki değişim dalgasının dönüm noktasıydı. bölgesel ve küresel aktörlerin çıkar hesaplarının iç içe geçtiği suriye’deki yönetim karşıtı ayaklanma, arap baharı’nın yarattığı olumlu beklentileri kısa sürede kesif bir tedirginliğe ve korkuya çevirdi. zira çok karmaşık bir dini ve etnik haritaya sahip olan suriye’de mart 2011'de başlayan sivil protestolar, kısa sürede rejim güçleri ile silahlı isyancılar arasında kanlı bir çatışmaya dönüştü. ve 'mezhep meselesi' de ülkedeki çatışmanın katalizörü rolüyle sahnedeki yerini aldı. sureiye'deki mezhepsel gerilim, hemen ülke sınırlarının dışına taşıp lübnan'a sıçrarken, aralarında türkiye'nin de bulunduğu suriye'nin diğer komşuları ve tüm orta doğu'yu da dalgalandırdı.
mezhep çatışmasında medyanın rolü
iran, suudi arabistan, mısır ve türkiye gibi bölgesel aktörlerin birbirlerine yönelik dış politika hamlelerinin, mezhepsel strateji olarak değerlendirildiği ve karşılıklı mezhepçilik suçlamalarının asıl tablonun görülmesini zorlaştırdığı böylesine puslu bir ortamda, yaşananların medyadaki aktarımı hayati önem taşıyor. yazılı ve görsel medya organlarının, çatışmaları detaylandırmak için çatışan tarafların mezhepsel kimliklerinden bahsetmek durumunda kalması, orta doğu'nun sürüklendiği durumun vahametini ortaya koyduğu kadar, medyanın sorumluluğunu da gözler önüne seriyor.
mezheplerle ilgili gelişmeler aktarılırken; herkesin inancına saygı gösterilmesi, bütün mezheplerden nötr bir dille bahsedilmesi ve mezhepler arası tansiyonu kışkırtıcı bir yayın dilinden kaçınılması gibi ilkelerle hareket edilmesinin, medya organları için ahlaki bir zorunluluk olduğuna inanıyoruz. buradan hareketle, suriye'den lübnan'a, bahreyn'den yemen'e, irak'tan pakistan'a uzanan hatta yoğunlaşan ve etkisi anadolu topraklarında bile hissedilen, mezhep çatışması örtüsüne bürünmüş stratejik hesaplaşmaları doğru anlayabilmek ve anlatabilmek için öncelikle konu hakkında doğru bilgiye sahip olmak gerektiğini düşünüyoruz. bu ilkeler zemininden kalkarak, haberlerde her gün rastlanılan bazı kavramların içini doldurmak amacıyla islam toplumlarının mezhep haritasını, 'islam mezhepleri' başlığını taşıyan dosya kapsamında mercek altına aldık.
‘islam mezhepleri tarihi’ alanında çalışan ilim adamlarının sürekli vurguladığı gibi mezhepler, hz. muhammed'in vefatından sonra din anlayışındaki farklılaşmalar nedeniyle ortaya çıkan beşeri oluşumlardır; dinin kendisi değildir. kuran-ı kerim herhangi bir mezhepten söz etmez. dolayısıyla hiçbir mezhebin diğerini tekfir etme hakkı olmadığı gibi, kurtuluşa eren yegâne fırkanın kendisi olduğunu iddia etme hakkı da yoktur.
islam dünyasının bütününde mezhepsel hoşgörü ortamının yeniden sağlanması, siyasal ve toplumsal barışın başlıca koşuludur. herhangi bir fırka; mutlak doğru olduğunu öne sürmedikçe, kendini islam’ın yegane temsilcisi olarak görmedikçe ve diğer fırkaları ötekileştirmedikçe, mezhepsel farklılıklar çatışma unsuru olmaktan çıkıp bir zenginlik olarak algılanabilir.
Yorumlar