Blog
O fotoğrafın hikayesi
Kaddafi'nin son görüntülerini çeken Al Jazeera Türk kameramanının kaleminden; sekiz gün süren yolculuk, gergin bekleyiş, atlatılan dünya medyası ve röportaj.

libya'da muhaliflerin yakalayıp öldürdüğü devrik lider muammer kaddafi, son röportajını mart ayında türkiye'den iki gazeteciye vermişti. kaddafi'yi görüntüleyen isim al jazeera türk kameramanı ersen kıyga, röportaj ve son fotoğrafın öyküsünü yazdı:
"tarih, 23 şubat 2011. o dönem çalıştığım trt türk televizyonu bize üç günlüğüne libya'ya gideceğimizi bildirdi. libya seyahatinin nedeni, iç savaş sırasında tahliye edilen insanları haberleştirmekti. ankara gemisi'yle yola çıkıp aynı gemiyle geri dönecektik.
arkadaşım mehmet akif ersoy ve bana verilen talimat çok netti, gemiden inmemiz kesinlikle yasaktı! mehmet akif'le birlikte sarayburnu'nda demir atmış ankara gemisi'ne geldik. gece yarımda hareket ettik ve kamaramıza yerleştik.
yetmişe yakın personeli bulunan gemide beş kişilik sağlık ekibi ve beş de polis vardı. yolculuğa alışmamız çok zor oldu, deniz tuttuğu için saatlerce uyuyorduk. 'deniz tutması'nın ne demek olduğunu ilk kez öğreniyordum.
yunan adasına sığındık
bol bol kitap okuyor, tavla oynuyor ve hatta film dahi izliyorduk. yolculuğun ikinci gününde 'hava' diye bir denizcilik kavramıyla daha tanıştık. 'hava', gökyüzü açıkken, denizdeki ani rüzgar değişikliğiyle meydana gelen fırtınaydı ve bu durum mürettebatı tehlikeye atabilirdi. keza 'hava'ya yakalandık ve yunanistan'ın güneyindeki bir adaya sığındık.
fırtına altında adada tam iki gün geçirdik, yeniden yola çıktık ve trablus'a varmamız sekiz günü buldu. yolculuk boyunca televizyonlardan sürekli haberleri izliyorduk, gördüğümüz manzara libya'da bir kaosun olduğuydu.
trablus'ta hayat devam ediyordu
türkiye, kaostan kaçmaya çalışan 25 bin vatandaşının tahliyesi için gemiler gönderiyordu. sabah saat 06.00 sularında bir anonsla uyandık ve hemen güverteye koştuk. başkent trablus, bütün görkemiyle gözümüzün önündeydi. gördüklerimiz televizyonda izlediklerimize hiç benzemiyordu. arabalar şehir içinde hareket ediyor, insanlar sahilde dolaşıyordu; velhasıl hayat devam ediyordu.
gemimiz trablus limanına yanaştıktan sonra demir kapılar açıldı ve içeriye silahlı gümrük görevlileri girdi. yanlarında libyalı askerler de vardı.
gemide bulunan herkesin pasaportunu kontrol eden görevliler, kimsenin karaya inmemesi için uyarı üstüne uyarı yaptı.
silahlı polisler etrafımızı sardı
ancak bizim gemide düşünecek çok fazla zamanımız olmuştu ve kararlıydık. geminin etrafında sivil polisler bizi izliyordu. kamera ve ekipmanlarımızı kamarada bırakarak merdivenlerden yavaş yavaş aşağıya indik, hedefimiz sivil polislerle konuşup diyalog kurmaktı.
mehmet akif de ben de arapça konuşabiliyorduk. en azından derdimizi daha rahat anlatabilirdik. aşağıya iner inmez silahlı polisler hemen etrafımızı sardılar, tepkileri çok sert oldu ve bizden derhal geri gitmemizi istediler.
bizimle ingilizce konuşuyorlardı, biz onlarla arapça seslendik. buradaki hayatın gayet normal göründüğünü ifade edip sadece yarım saat çekim yapıp gemiye dönmek istediğimizi aktardık.
seyid ayşe'nin rolü
talebimiz üzerine basın ve enformasyon bakanlığı’ndan seyid ayşe isimli bir kadınla görüştürüldük. seyid ayşe'nin tavrı polislere hiç benzemiyordu. bize yalnızca yarım saat değil, istediğimiz kadar burada ağırlanabileceğimizi söyledi.
bu sözler üzerine hemen gemiye koşup ekipmanlarımızı aldık ve bir arabaya bindik.
araba trablus'un içine doğru giderken, tahliye için gemiye bindirilen insanları gördüm. libya'dan kaçmak isteyen insanlar, sıraya dizilmiş, günlerdir bekledikleri umut yolculuğuna çıkmak için sabırsızlanıyorlardı.
kaddafi'nin ölümü al jazeera english internet sitesinde bu şekilde ilan edildi. [al jazeera]
beş kez araç değiştirdik
trablus'un içinde her yarım saatte bir araç değiştirdik ve bu durum beş kez tekrarlandı. artık gece yarışı olmuştu ve sonunda bizi bir otele yerleştirdiler.
sabah uyandığımızda türkiye'den bir firmanın yaptığı ünlü rixos oteli'ne götürüldük. libya'daki tüm uluslararası basının karargahı olan otelde yaklaşık 300 gazeteci kalıyordu.
bizi otele getirenler, dönemin libya basın ve enformasyon bakanı ve aynı zamanda hükümet sözcüsü dr. musa ibrahim'le tanıştırdı.
hemen sözcüyü canlı yayına aldık. yayın sonrası devlet başkanı muammer kaddafi'yle özel röportaj yapmak istediğimizi ilettiğimiz dr. musa ibrahim, bize gülümsedi, kafasını salladı ve gitti.
sabaha kadar süren bekleyiş
otelde konuştuğumuz bütün libyalılara buraya kaddafi'yle röportaj yapmaya geldiğimizi anlatıyorduk. biz derdimizi anlatmaya devam ederken ısrarımız sonuç verdi, enformasyon bakanı dr. ibrahim bize "yarın sorularınızı hazırlayın, basın kartlarınızla birlikte pasaportlarınızı da hazırlayıp getirin" dedi.
beklediğimiz haberi almıştık, hemen odalarımıza gittik ve heyecanla soruları hazırlamaya başladık. birkaç gün sonra muammer kaddafi’nin röportaj talebimizi kabul ettiği haberi geldi.
haberi herkesten saklamamız gerekiyordu ve biz çok mutluyduk. otelde çalışan eser'den bir ricada bulunduk, kıyafetlerinden iki takım elbiseyi bize verebilir miydi? eser bizi kırmadı ve biz otel personelinin giydiği takım elbiseleri üstümüze geçirip beklemeye koyulduk.
sabahın ilk ışıklarına kadar gözümüzü kırpmadan bekledik, hiçbir ses seda yoktu. birkaç saatlik uykudan sonra hemen otel resepsiyonuna gittik ve yetkilileri beklemeye başladık.
röportaj yerini seçtim
nihayet libyalı görevliler kapıdan girdi ve bizden önceki gece için özür diledi. bize başka bir teklifleri vardı, o gün ya da ertesi gün uygun olduğumuzda röportajı yapabilecektik.
yeniden odamıza çıktık ve gergin bekleyiş burada sürdü. o sırada telefon çaldı ve resepsiyona inmemiz istendi. neredeyse koşarak aşağıya indik ve röportajı o gün yapabileceğimiz bilgisini aldık.
bize röportaj için otel içinde birkaç yer gösterdiler. odayı ben seçtim, bu sırada cep telefonlarımız elimizden alındı, kamera ve ekipmanlar eğitimli köpekler tarafından kontrol edildi.
kaddafi'nin tahtı taşınırken
biz odayı çekime uygun hale getirmeye çalışırken, görevliler ellerinde koca bir koltukla kapıdan girdi. daha ne olduğunu anlayamadan "seyidimiz bu koltukta oturacak" sözünü işittik.
karşı çıkmam gerekiyordu: "bu olmaz, rica etsem daha küçük ve dirsekleri olmayan bir sandalye daha iyi olur" dedim. küçük bir sandalyeyi işaret ettim ancak görevliler hemen karşı çıktı. aldığım yanıt "liderimiz bu sandalyede oturmaz" cümlesiydi, tahta benzeyen kocaman koltuğu önüme koydular.
hazırlıklar tamamdı ancak kaddafi ortalarda görünmüyordu. otelde kalan dünya basını röportajı öğrenmişti ve ajanslar haberi geçmişti. akşama kadar bekledik, artık tam ümitsizliğe kapılıyorduk ki bir gürültü koptu, bağırış çağırış içinde sloganlar duyuldu.
içimden "geliyor" dedim
saatler 23.00'ü gösteriyordu, duyduğumuz sesler kaddafi'nin geldiğine işaret ediyordu ve o an mehmet akif’le göz göze geldik, içimden "geliyor" dedim.
bulunduğumuz yerden otelin koridoru görünüyordu, bir basın ordusunun etrafını sardığı kaddafi bize doğru yöneldi, perdeler kapandı ve diğer gazeteciler dışarıda kaldı. ilk sorusu "çekimi nerede yapacağız?" oldu.
tahttan kalkıp sandalyeye oturdu
içeriye girdik, kamera kayıttaydı ve bize "neden bu koltukta oturuyorum da siz sandalyedesiniz?" diye sordu. "aramızda hiçbir fark yok" diye devam etti ve koltuktan kalktı, akif’in oturduğu sandalyenin aynısını aldı ve üstüne oturdu.
benim bütün çekim planım bozulmuştu, kayıttan çıkmadım, ışığımı ve bayrağın yerini değiştirdim.
yaka mikrofonunu takmak için yanına yaklaştım. "hoşgeldiniz, nasılsınız?" dedim, o da "ne güzel arapça biliyorsunuz. bu röportaj çok anlaşılır olacak, çevirmene gerek yok" dedi.
45 dakika süren röportajın ardından yan yana durup hatıra fotoğrafı çektirdik. deklanşör sesini duyduğum anda bu karenin çok meşhur olacağı elbette aklıma bile gelmemişti. ve takvim yaprakları 9 mart 2011'i gösteriyordu…"
Yorumlar