Görüş
Çağlar boyunca ayaklanan Londralılar
Tarihinde birçok halk ayaklanması olan Britanya’da yaşanan son isyanlar net bir siyasi veya ahlaki anlayıştan yoksun.

maliye bakanı george osborne, 2010 yazında kamu harcamalarının kesilmesine yönelik geniş kapsamlı ve ağır bir paketi açıkladığında, çok sayıda gazeteci, böylesine sıkı tasarruf tedbirlerini avrupa’daki birçok ülkeden farklı olarak britanya’nın neden soğukkanlı bir tavırla karşıladığını merak etmişti. bu, sadece britanyalıların ‘her şeyi sakin karşılamasının’ bir örneği miydi? sivil itaatsizlik, metin britanyalıların asla ‘yapmayacakları’ bir şey miydi?
geçtiğimiz yıl bu sorular anlamını kaybetti. londra, 2010’un kasım ve aralık aylarındaki öğrenci gösterilerinde ciddi isyanlar çıktığına tanık olurken, işçi sendikaları konfederasyonu’nun bu yıl mart ayında düzenlediği barışçıl toplu gösteriler, trafalgar meydanı’nı işgal eden gösterici gruplarının polisle çatışması sebebiyle şiddete dönüştü.
önce londra’yı, şimdi de diğer ingiliz şehirlerini korkutan yağma ve kundakçılık, halkın bu hoşnutsuzluğunu son derece ürkütücü ve göz ardı edilemeyecek bir şekilde ortaya koyuyor. ancak, öğrenci ayaklanmaları ve toplu gösterilerden farklı olarak, ülkenin son birkaç gündür tanık olduğu şiddetli kargaşanın britanya tarihinde çok az örneği var. gerçekten de, bu olayları bu kadar dehşet verici kılan şey, net bir bağlamlarının (toplumsal, tarihsel veya diğer) olmaması.
amaçları belirsiz asiler mi?
britanya ciddi isyanlar ve sivil kargaşalara yabancı değil. liverpool’daki toxleth ve güney londra’daki brixton gibi, ingiltere’deki yağmalama olaylarından etkilenen yerlerin birçoğu geçmişte başka ayaklanmalar da yaşadı. ayrıca, tottenham’daki isyanlara yol açan mark duggan’ın ölümüyle, 1985’te yine haringay ilçesinde gerçekleşen broadwater farm ayaklanmasını ateşleyen cynthia jarrett’in ölümü arasında şekil açısından önemli paralellikler bulunduğu da görülebilir.
ancak, broadwater farm’a ve 1981 yılında brixton ve toxteth’te gerçekleşen ayaklanmalara açıkça polise yönelik ırkçılık ve zulüm iddiaları neden olmuştu. söz konusu iddiaları, bu isyanlarla ilgili araştırmalar da (1981 tarihli scarman raporu gibi) kısmen desteklemişti. londra metropoliten polisi’nin (met) stephen lawrence’ın öldürülmesiyle ilgili araştırmasını inceleyen 1999 tarihli macpherson raporu’nun, polisi açıkça ‘kurumsal ırkçılıkla’ suçlaması, polisin londra’daki uygulamalarında önemli değişikliklere yol açtı. tottenham, hackney ve brixton’daki isyanların hemen ardından, polis-yerel halk ilişkileri hakkında konuşanların çoğu da önemli iyileşmeler olduğunu teyit ediyor.
hâlihazırda, met’le ilgili olarak olumsuz düşünen kimi londralılar var olabilir; ancak hafta sonu gerçekleşen yıkıma katılanların, mark duggan’ı ölümünü daha çok bir bahane olarak kullandığı konusunda yorumcular arasında büyük ölçüde görüş birliği olması oldukça dikkat çekici.
mal ve mülkün hasar görmesi, hiç kuşkusuz britanya’nın geçmişindeki birçok şiddetli protestonun özelliğiydi. kadınların oy hakkını savunan süfrajetler, bilindiği gibi, ataerkil baskının simgeleri erkek konfeksiyon mağazalarını hedeflemişti. daha yakın tarihlerde ise, anti-kapitalist protestocular sık sık mcdonald’s ve starbucks gibi büyük küresel markaları hedefleri yaptılar.
ancak, içinde bulunduğumuz ağustos ayında yaşanan olaylara katılan gençler, yerel bağımsız dükkanlarla büyük zincir mağazalar arasında ayrım yapmadılar (yalnızca, ürünlere verilen değere göre bir ayrım yaptıkları çok açıktı). kentli gençler, moda olan giysileri ve teknolojik cihazları (kutusundan henüz çıkmış yepyeni spor ayakkabılar, akıllı telefonlar, giysiler…) kolayca talan etti. sahnedeki tek ideoloji (eğer bu şekilde adlandırmak mümkünse), anaokulu yıllarından kalma ‘mal bulanındır’ ideolojisiydi.
bunlar sıradan dükkan hırsızlıkları olsa, ülke genelinde paniğe yakın bir duygu hâkim olmazdı. ancak yağmacı çeteler şimdi ingiltere çapında başka şehirleri vuruyor. ülkedeki uzmanlar, yakın tarihli protestolarla (özellikle de desteği koordine etmek ve harekete geçirmek için sosyal medyadan yararlanan ‘arap baharı’yla) benzerliklerine işaret ettiler. ancak çeteler, sosyal ağın çok küçük ve kapalı bir bölümü olan blackberry messenger (bbm) üzerinden organize olmuş olsalar dahi, bu benzetme faydalı olmaktan çok rencide edici. onlar, demokrasi amaçlı cesur kampanyacılar olmadığı gibi croyden’daki reeve's corner da britanya’nın tahrir meydanı değil. ülke çapında spor eşyaları mağazalarını boşaltan gençlerin, britanya’nın eski kuşak asilerinin aksine bir manifestosu yok. buna bağlı olarak da, britanya yetkililerinin onları teskin etmek için kolayca cevap verecekleri talepleri de bulunmuyor. ancak yağmacılar, bu apolitik halleriyle bile britanya hükümeti için ciddi bir tehdit oluşturuyor.
kim yönetiyor?
halk kalabalıklarının yarattığı şiddet, 1642-46 yılları arasındaki ingiliz iç savaşı’nda, i. charles’ı başkenti terk etmeye zorlamakta önemli bir rol oynamıştı. aynı senaryo, 1688 tarihli ‘şanlı devrim’ sırasında da etkili olmuş ve i. charles’ın oğlu ii. james de katoliklere karşı gerçekleşen isyan sırasında kaçmıştı.
yakın geçmişte görüldüğü gibi, toplumsal kargaşa, seçilmiş yöneticilerin itibarını da ciddi bir şekilde sarsabilir. ulusal maden işçileri sendikası’nın organize ettiği ve ülkeyi felç eden grevlerin ardından takati kesilen muhafazakar parti yönetiminin başbakanı edward heath, 1974 yılının şubat ayında “britanya’yı kim yönetiyor?” sloganıyla seçim çağrısı yaptı. ancak seçimlerden sonra britanya’yı yönetenin edward heath olmadığı ortaya çıktı ve seçmenler, 1929 yılından sonra ilk kez, hiçbir partinin çoğunlukta olmadığı bir parlamentoyu göreve getirdi. ülkeyi on yıl daha sarsan ciddi grevler, işçi partili başbakan james callaghan’ın 1979 yılındaki seçimde büyük bir bozgun yaşamasında hemen hemen aynı ölçüde etkili oldu.
sivil kargaşa, on bir yıl sonra başka bir başbakanın daha işini kaybetmesine neden oldu. thatcher hükümetinin nefret duyulan yeni vergisi ‘halk harcı’na karşı düzenlenen ve barışçıl bir protesto olarak başladıktan sonra trafalgar meydanı’nda ayaklanmaya dönüşen 1990 tarihli ‘kelle vergisi’ isyanlarında yüzden fazla insan yaralandı ve 339 kişi tutuklandı. şiddeti hem hükümet hem de eylemciler kınadı, ama halk harcına karşı çıkanların mukavemeti harçtan vazgeçilmesine yol açarken margaret thatcher’ın otoritesi temelden sarsıldı. ‘yolundan asla dönmeyen demir leydi’ küçük düşürücü bir u dönüşü yapacak şekilde sindirildi.
bugünkü başbakan david cameron, gelişmekte olan krizi kontrol etmek için toskana’daki tatilini kısa keserek dönmeyi tercih etti. cameron, olaylara zayıf tepki vermenin, bazı selefleri gibi, sonunda işini kaybetmesine yol açabileceğini biliyor. ancak, çok katı bir tutum takınmanın da aynı ölçüde yıkıcı olabileceğini gösteren geçmiş örnekler onu zor durumda bırakıyor.
“kentlerin anti-sosyal gençlerine sempatiyle yaklaşmak” buraya kadar
6-8 ağustos tarihlerinde yaşanan yağma ve şiddet olaylarının görüntülerinin halkta yarattığı öfke, britanya polisinin daha fazla güç uygulamasını (basınçlı su püskürtme, coplu devriyeler gibi) ve askerlerin müdahale etmesini isteyen talepleri şekillendiriyor.
maske takmış vahşi gençlerin canları istediği gibi etrafı talan edişlerini gösteren görüntüler televizyon ekranlarını doldururken, partisinin imajını “şefkatli muhafazakarlar” olarak değiştirmeye çalışan cameron'ın 2006 yılında kentlerin anti-sosyal gençlerine yönelik “hug a hoodie” kampanyasında verdiği nasihatler onu utandıracak kadar naif olarak hatırlanıyor. ancak, şu an için cameron, sert önlemler alınmasına yönelik çağrılara karşı koyup bunun yerine dikkatini londra sokaklarında huzursuzluğu bastırmaya yetecek sayıda polis görevlisiyle doldurmaya yöneltiyor.
tarihe bakılırsa, bu akla yatkın bir tepki. britanya’nın silahlı kuvvetlerinin, yurtdışında üstlendiği görevler ve hükümet kesintilerinin etkisiyle kırılma noktasına gelecek kadar zor durumda olduğu gerçeğini bir tarafa bırakacak olursak, halk ayaklanmalarını bastırmak için yapılan askeri müdahalelerin tarihi pek de hoş bir tarih değil.
organize yerel ve ulusal polis gücünün on dokuzuncu yüzyılda ortaya çıkmasından önce, britanya devletinin isyanları ve ayaklanmaları bastırmak için sahip olduğu tek silah orduydu. londra, şimdiki asayişsizlikle karşılaştırılabilir nitelikte arka arkaya yaşanan kanunsuz geceleri en son 2-9 haziran 1780’de katolik karşıtı gordon isyanları sırasında deneyimlemişti. iii. george’un asker sevk etme kararı kargaşayı bastırmakta başarılı olduysa da iki yüzden fazla insanın ölümüne neden olmuştu.
16 ağustos 1819’da, manchester st. peter's fields’daki demokrasi yanlısı barışçıl göstericilerden oluşan kalabalığı dağıtması için askeri birliklerin kullanılması, on beş kişinin ölüp dört yüz kişinin yaralandığı ünlü "peterloo katliamı"na yol açmıştı. daha yakın geçmişte ise kuzey irlanda’da devriye gezen britanya askeri birlikleriyle ilişkili acı deneyimler de, askerlerin polis olmadığı ve varlıklarının gerilimi yatıştırmak yerine sıklıkla alevlendirdiğine dair ek hatırlatıcılardır.
polise, şüpheli olup olmadığından bağımsız olarak istediği kişiyi durdurup üst arama ve sorgulama hakkı veren kanunlar gibi bazı önlemlerin yeniden uygulanmaya başlamasının hackney’de daha fazla şiddeti tetiklediği yönünde söylentiler var. tazyikli su ve plastik mermilerin kullanılmaya başlanması, özellikle de bu araçlar sebebiyle bir insanın ciddi bir şekilde yaralanması durumunda, aynı şeye yol açabilir. ancak, ‘yağmacılara karşı aşırı saldırgan bir tutum benimsenmesi arzusuna karşı çıkılması gerekiyorsa, ne yapılmalı?’ sorusunun yanıtını bulmak kolay değil.
liberal görüşlü birçok yorumcu, hükümetin kemer sıkma önlemlerinin bu kargaşaya yol açtığını ileri sürdü. bu bir açıklama olsa dahi, sadece kısmi bir açıklama. bu kesintilerin etkisi ancak şimdi hissedilmeye başlandı. daha fazla kesinti, daha fazla isyanı ateşleyebilir; ancak geçtiğimiz birkaç günde yaşanan olayların birkaç aylık değil on yıllardır süre gelen ihmal, mahrumiyet ve toplumsal eşitsizliğin büyümesinin sonucu olması gibi rahatsız edici bir gerçek var. bu eşitsizliklerin üstesinden gelmek de on yıllar sürebilir.
yine de, bu ülkedeki kentsel çürümenin birbiriyle iç içe geçmiş sebepleri çözülmelidir. aksi takdirde, britanya durdurulamayacak bir toplumsal tehditle karşı karşıya kalabilir; çünkü bu başkaldırı, geçmişteki ayaklanmalardan farklı olarak herhangi bir siyasi veya ahlaki bir bilince sahip değil, sahip olduğu tek şey tüketmeye ve yok etmeye yönelik fark gözetmeyen bir arzu.
ted vallance, roehampton üniversitesinde okutman ve abacus yayınları’ndan 2010 yılında çıkan “radical history of britain” (britanya’nın radikal tarihi) isimli bir kitabın yazarı.
bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve al jazeera’nın editöryel politikasını yansıtmayabilir.
Yorumlar