Görüş
Cenevre 2'den İransız barış çıkar mı?
İran-Irak ve Bosna Savaşları'ndan çıkarılan bir tecrübe var: Batı, İslam dünyasıyla ilgili ve doğrudan taraf olmadığı krizlerde, çatışan güçler kendilerini tüketme aşamasına gelmedikçe kurtarıcı ya da oyun kurucu pozisyonunda devreye girmiyor.
suriye krizine siyasi çözüm bulmayı hedefleyen cenevre 2 konferansı, birleşmiş milletler (bm) genel sekreteri ban ki-moon'un 21 ocak gecesi iran'a önceden yaptığı daveti geri çekmesiyle birlikte tahran'ın katılımı olmaksızın, 22 ocak'ta başladı. bm'nin suriye hükümetinin en önemli bölgesel destekçisi iran'a daveti büyük tartışmalara yol açmıştı. suudi arabistan sert tepki gösterirken, muhalif gruplar da iran'ın katılımı halinde isviçre'ye gitmeyeceklerini deklare etmiş ve bu yanlışın düzeltilmesi için bm'ye mühlet vermişlerdi.
isviçre'nin cenevre kentinde kurulan müzakere masasına iran'ın oturmasına en önemli engel, 30 haziran 2012'de yapılan cenevre 1 konferansı'nda alınan geçiş hükümeti oluşturulması kararını tanımamasıydı. iranlı yetkililer, cenevre 2'ye hazırlık sürecinde yaptıkları açıklamalarda, bir çözüm toplantısına katılım için hiçbir ön şartı kabul etmeyeceklerini belirtmişlerdi. iran dışişleri bakanı yardımcısı emir abdullahiyan, tahran'ın hazırlanmasında hiçbir katkısının bulunmadığı cenevre mutabakatı'nı kabul etmeye zorlanamayacağını belirtmişti.
iran'ın cenevre 2 konferansı dışında bırakılmasına en ciddi tepki şüphesiz rusya'dan geldi. dışişleri bakanı sergey lavrov, iran'ın yokluğunun yanlışlığına rağmen bir felaket anlamına gelmediğini dile getirerek çözüm için istekli bir görüntü vermeye çalıştı. ankara ile tahran, suriye iç savaşı'nda karşı taraflarda yer alıyorlar. lakin türkiye, özellikle son bir yıldır iransız diplomatik girişimlerin pratikte bir sonuç vermediğini gördüğü için bu devletin de masaya oturmasını savunuyor.
iran'ın yarı resmi fars haber ajansı, suçlamalarını daha çok abd ve suudi arabistan'a odaklamayı tercih etti. ama iran karşıtı açıklama yapan suriye muhalefeti liderlerinden ahmet carba'yı da ağır bir dille eleştirmekten geri durmadı. yayımladığı imzasız yorumda, "iran katılsaydı bile cenevre 2 konferansı'ndan bir sonuç çıkmayacağını herkes biliyordu. ama şimdi bölgenin en önemli oyuncusunun yokluğunda toplantı, tam bir komediye dönüşmüş durumda." ifadesine yer verildi (haberin orijinal farsça metni).
diğer bir etkili haber sitesi tabnak ise bölgesel müttefiklerini daha fazla kızdırmak istemeyen washington'ın, bm genel sekreteri moon'a baskı yaparak toplantıya 24 saat kala davetini geri aldırdığını öne sürdü. bu iddiasını amerikan washington post gazetesine dayandıran tabnak'a göre abd dışişleri bakanı john kerry, moon'u bizzat aradı. ve tahran katılırsa washington'ın toplantıyı boykot edeceğini, bunun da çözüm girişimini başarısızlığa uğrayacağını söyledi (haberin orijinal farsça metni). tabnak'ın yorumunda; iran'ın suriye üzerindeki etkinliğinin farkında olan abd'nin, bölgesel müttefikleri ile zaten açık olan arasını daha da bozmamak amacıyla böyle bir yola başvurduğuna dikkat çekiliyordu.
iran dışişleri bakanlığı'nın 22 ocak tarihli bildirisinde, suriye konusunda düzenlenen her toplantının, terörizm ile mücadeleyi esas almasının gerektiği vurgulandı. açıklamada, muhalif grupların savaş suçu işledikleri ve insani facianın sorumluluğunun, terörist gruplar ile bunların destekçisi ülkelerde bulunduğu ileri sürüldü. yine isviçre'deki davos kasabası'nda 22-25 ocak günlerinde düzenlenen dünya ekonomi forumu'na gitmeden önce gazetecilerin soruları yanıtlayan cumhurbaşkanı hasan ruhani de cenevre 2'den pek ümitli olmadığını ifade etti: "bu toplantının terörizm ile mücadele hususunda sonuç alacağına ümidim yok. zira suriye’deki karışıklığın sorumluğunu taşıyan bazı ülkeler de bu toplantıda yer alıyor." 23 ocak'ta davos zirvesi'nde konuşan ruhani'nin, suriye için tek çözümün (devlet başkanı beşşar esed'in de katılacağı) seçimler olduğunu söylemesi, iran'ın suriye krizindeki pozisyonunun milim değişmediğinin en üst düzey işareti.
bölge ülkelerinin perişanlığı
iran'ın cenevre 2'ye katılmamasının sahada ne tür sonuçlara yol açacağı bilinmiyor. fakat uluslararası toplumun esedsiz bir geçiş sürecine dair hiç bir somut adım atmaması ve rejimin sahadaki üstünlüğünü günden güne artırması, muhaliflerin yalnızca masa başından zafere ulaşmasının zorluğunu ortaya koyuyor. diğer yandan suriye yönetiminin, kimyasal silah stokunu teslim etmesinden sonra batılı devletler nezdinde artan biçimde meşruiyet kazandığı da sır değil. esed karşıtı girişimlerin batı'da büyük oranda azaldığı dikkat çekiyor. batılı güçler -kimi muhalif grupların da katkısıyla- baas rejiminin çok daha öngörülebilir ve konuşulabilir olduğunda görüş birliğine vardı. iran-abd nükleer anlaşmasının yeni döneme kapı araladığı değerlendirmesinin, bu görüşü güçlendirdiği yorumları yapılıyor.
suriye eksenli gelişmelerin kaybedenler listesine bakıldığında, daha kendi arka bahçelerini düzeltmekten aciz bölge ülkeleri sıralanıyor. ne caf caflı dış politika tezleri ne devasa mali kaynaklar ne de sürekli vurgulanan binlerce yıllık devlet aklı, krizin aşılmasına imkan sağlıyor. aksine hamas'tan hizbullah'a, lübnan'dan irak'a kadar krizden doğrudan zarar gören aktörlerin perişan hali, islam dünyasının omurgasını teşkil eden ülkelerin inisiyatiflerinin tükenme noktasına gelmesi, bölge açısından alarm veriyor. adeta toplu bir akıl tutulması yaşanıyor.
geçmişte moğollar ve haçlılar'ın saldırıları gibi çok büyük badireleri fazla yara almadan atlatan suriye, bugün itibarıyla tarihi-kültürel mirası ve sosyo-ekonomik alt yapısıyla "yerli" aktörler eliyle tamamen parçalandı. diğer yandan suriye krizinin yansımaları, müdahil tüm ülkelerde ciddi sorunlara yol açtı. türkiye özelinde konuşacak olursak, milli istihbarat teşkilatı'nın (mit) suriye'ye gönderdiği yardım taşıyan tir'ların, 17 aralık operasyonu sonrası yargı ve kolluk kuvvetleri tarafından durdurularak kamuoyuna ifşa edilmesi, suriye iç savaşı'nın artık dış politika konusu olmaktan çıktığını gösteriyor. hükümet acilen önlem almazsa -bazı kesimlerin emniyetin zaafa uğratıldığı doğrultusundaki üstü örtülü tehditleri de göz önüne alınırsa- mesele hükümet meselesinden çıkıp hızla türkiye meselesine dönüşebilir.
kuşkusuz arap baharı'nın doğurduğu kaosa hazırlıksız yakalanan tek ülke türkiye değil. bugün libya'dan pakistan'a kadar gerçek anlamda dış politika uygulayabilecek tek bir islam ülkesi dahi ya kalmadı ya da inisiyatif alanı son derece daraldı. tunus iç karışıklıklarla boğuşurken, libya kendi bakanlarını ve havaalanlarını koruyamıyor; mısır'daki cunta ise bir yıl sonrasını dahi öngöremiyor. bölgenin en güçlü ülkelerinden iran, ağır mali yaptırımların neden olduğu ekonomik kriz yüzünden, 20 yıllık nükleer enerji üretme stratejisinin iç kamuoyunda sorgulanmasını tetikleyecek ölçüde geri adım attı. kutsal topraklara ev sahipliği yapan suudi arabistan ise terör kelimesi kullanılmadan anılamaz halde. üstelik bu toplu resmin, yakın gelecekte düzeleceğinin en ufak bir belirtisi dahi göze çarpmıyor. aksine yalnızca afganistan ve pakistan'da etkin olduğu düşünülen ve suriye sorununun bugünkü şeklini almasında önemli rol oynayan 'modern harici' gruplar, tüm islam dünyasında güç kazanıyor.
cenevre 2 konferansı'na dönecek olursak, iran-irak ve bosna savaşları'ndan çıkarılan bir tecrübe var: batı, islam dünyasıyla ilgili ve doğrudan taraf olmadığı krizlerde, çatışan güçler kendilerini tüketme aşamasına gelmedikçe kurtarıcı ya da oyun kurucu pozisyonunda devreye girmiyor." 21 ocak akşamı anadolu ajansı'nın yayımladığı "baas rejiminin sistematik işkence yaptığını gösteren fotoğraflar" ve konuya dair rapor, kuşkusuz rejime vurulmuş önemli bir darbedir. yine de batı'nın kesin biçimde harekete geçmeye karar verdiğine dair herhangi bir işaret görünmüyor. umarız bu fotoğraflar, muhaliflere ve destekçilerine "biraz daha dayanın, yakında harekete geçeceğiz." mesajı vermek için kullanılmaz. bölgedeki tüm aktörlerin artık durumun vahametini kavramaları lazım. zira başbakan recep tayyip erdoğan'ın önümüzdeki günlerdeki tahran ziyaretinden suriye için ortak bir çözüm çıkmasının bundan başka yolu mevcut değil.
hakkı uygur, 1975 yılında almanya'nın berlin şehrinde dünyaya geldi. lisans ve yüksek lisans öğrenimini, iran'daki tahran üniversitesi edebiyat fakültesi islam kültür ve medeniyeti tarihi bölümü'nde tamamladı. halen tahran üniversitesi fars dili ve edebiyatı bölümü'nde doktora çalışmalarını sürdüren uygur'un, iran ve bölge jeopolitiği (izzetullah izzeti, küre yayınları, 2005), hatıralar (haşimi rafsancani, pınar yayınları, 2006), payitahtın son yıllarında bir sefir (han melik sasani, klasik yayınları, 2006) ve iran: ulusal kimlik inşası (hamid ahmedi, küre yayınları, 2009) başta olmak üzere farsçadan kitap tercümeleri bulunuyor.
bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve al jazeera’nın editöryel politikasını yansıtmayabilir.
Yorumlar