Görüş
Çözüm süreci mi, yeni bir mücadele mi?
Siyasal mekanizma PKK-PYD-HDP üzerinden harekete geçirilmek istenen ve Türk-Kürt ayrışmasını çatışma alanına sevk etmeye yönelik fay hatlarını kontrol edebilecek bir mücadele sürecini başlatmalı. Her şeyden önce terör ve eleştiri alanı, teröristle vatandaş arasındaki belirgin farklılıklar gün yüzüne çıkarılmalı.
etnik temelli problemlerle terör ve teröristler arasında kurulacak bağın devlet eliyle yürütülecek bir çözüm mantığına havale edilmesi, geri döndürülmesi mümkün olmayan süreçler yaratıyor. devletin yaklaşık 40 yıldır giderek kronikleşen bu problemi çözmek adına geliştirdiği sürecin dayanakları, kurgusu ve işleyişi bu temel yaklaşımdan ayrı düşünülmemeli.
bölgede yeniden kurulan denklemin ve dış destekli kaotik ortamın sürecin evrilişindeki etkisi ortada. ancak bununla birlikte stratejik/taktiksel hata ve eksiklikler bu meselede atılabilecek muhtemel adımları bölünme ve ayrışma korkusuna hapsetti.
artan terör saldırıları ile 15 temmuz fetö darbe girişiminin ortak bir akıl ve hareket alanından beslenmesi ve fırat kalkanı operasyonunun ardındaki gerekçelerin bu alandaki izdüşümü, türkiye’nin önümüzdeki dönemde çözüm süreciyle yüzleşmesini zorunlu kılıyor. bu yüzleşmede türkiye’nin karşı karşıya olduğu tehdit ve fırsatların nasıl değerlendirilmesi gerektiğine yönelik bir ilkesel tutumun sergilenmesi gerekiyor. ayrıca devlet aygıtının doğası gereği silahlanmış, silahını doğrultmuş bir örgütle ve silahların tehdidi altında bir yüzleşme iklimi sağlaması imkansız…
gelinen aşamada yaklaşık üç yıl inişli-çıkışlı bir yol haritasıyla götürülmeye çalışılan çözüm sürecinin benzer bir muhteva ile yinelenmesi mümkün gözükmüyor. bunun iki sebebi olduğu söylenebilir. birincisi, geçmişteki sürecin devlet sisteminde ve toplumda meydana getirdiği olumsuz neticeler… ikincisi ise hdp-pkk ortaklığının pyd’nin katılımı ile sosyo-politik açıdan kendisine oldukça farklı bir konum belirlemesi.
hükümet bu sürecin yıkıcı etkisini gördükten sonra olayın teröristle mücadele boyutunu önceleyerek askeri operasyonlar gerçekleştiriyor. bir yandan da “türkiye’de yeniden çözüm süreci olur mu?” sorusu düne göre daha fazla seslendiriliyor. hdp eşbaşkanı demirtaş açıkça “ateşkes”, “müzakere”, “arabuluculuk” kavramlarını kullanıyor. başbakan yıldırım ise bu çıkışları sert bir biçimde reddediyor, “çözüm mözüm yok” diyor. bölgede vekalet savaşlarını yürüten aktörlerin türkiye ve pyd arasındaki olası bir cephe savaşını engellemek için türkiye içerisinde “çözüm” baskısını artırması da tahmin edilebilir bir taktiksel hamle olarak karşımızda duruyor. henüz toplumun geniş kesimlerine zuhur etmemiş bu tartışma alanına farklı pencerelerden katkı sunmakta fayda var.
mesajların anlamı
bir haftadır abd ve batı cephesinden gelen açıklama ve haberlerin ortak çıkarımı belli: “türkiye menbic alanında işid yerine pyd (ypg) güçlerini hedef alıyor.” ypg’nin fırat’ın doğusuna çekilip çekilmemesi bir tarafa gelinen noktada özellikle dört yıl önce başlatılan “rojava” güzellemelerinin geri döndürülmesi, güç bir zihinsel-coğrafi kaosa dönmüş durumda.
bugün suriye’nin kuzeyinde bir terör koridoru veya pyd devleti kurma girişimi var. pyd kanadında tüm unsurların katılımıyla gerçekleşecek bir federasyondan söz edilse de oluşacak fiili durumun onların güç ve kontrolüyle sonuçlanacağını söylemek sürpriz olmaz.
bu sürecin türkiye açısından tehlike arz eden yönü ise ülke içerisindeki ayrılıkçı terörün tırmanışı ve etnik temelli zihinsel bölünmenin meydana getireceği bütünleşme olgusudur. yani kuzey suriye’deki fiili oluşum türkiye’deki bölücü/ayrılıkçı eğilimlerden ayrı düşünülemez. bu bütünleşmenin üç kolonu dikkat çekiyor: pyd, pkk ve hdp. dün sırtını terör örgütüne yaslayanlar oradan güç almaya devam ediyor. ancak bu kez yaslandıkları terör dinamiği öteden beri inşa etmeye çalıştıkları sözde “rojava devriminin” tam ortasında.
geçen bir haftada bu cepheden yapılan açıklamalar aynı ortak noktada buluşuyordu. pyd eşbaşkanı salih müslim avrupa parlamentosu’nda “türkiye yıllardır rojava’ya ve kürt çıkarlarına saldırıyor. sesinizi bu işgale karşı yükseltin” derken, pkk yürütme komitesi üyesi duran kalkan da “rojava'yı savunmak için her şeyi yapmaya hazırız” mesajın verdi.
hdp’li figen yüksekdağ ise “menbic’e saldırı türkiye’yi doğrudan etkiler. eğer kürt direniş ve savunma gücü suriye’den çekilirse kaos ve savaş otomatik olarak türkiye’dedir” sözleriyle açıkça tehdit ediyor.
tuzaklama bu kez zihinlerde olacak
hdp-pkk-pyd ortaklığı üç temel üzerinde strateji geliştiriyor: 1- fırat kalkanı operasyonu kapsamında türkiye’nin elini ve dikkatini zayıflatmak. 2 - çözüm ve diyalog beklentisine sahip toplum kesimlerine çaba ve girişim konusunda adım atan taraf olduğu görüntüsü vermek. 3 - kuzey suriye ve teröristbaşı üzerinden bir isyan iklimini sınamak. böylece birlikte yaşama iradesinin sona erebileceği bir ayrışma zemini hedefleniyor.
7 haziran öncesinde hdp lehine kısa bir süreliğine oluşturulan hareket alanı, suriye’nin kuzeyindeki gelişmelerle yeni bir döneme evrildi. hdp-pkk ortaklığı, ideolojik ve stratejik bir bütünleşmenin ötesinde pkk terör örgütünün yaşam alanı haline geldi.
suriye’nin kuzeyinde meydana gelen fiili durum ise, bölgedeki kürt siyaseti için zorunlu bir birleşme/bütünleşme eğilimini güçlendiriyor. bu eğilimin batı (rojava), doğu, kuzey, güney şeklinde yakın coğrafyalarla sürdürülmesi, türkiye içerisindeki kürtlere bir varoluş aracı olarak sunuluyor. bu ideolojik güncelleme dahilinde türkiye’nin güneydoğusu ve suriye’nin kuzeyi aynı kaderin oyun alanı olarak değerlendiriliyor ve suriye’deki kürtler ile türkiye’deki kürtlerin söz konusu coğrafyanın ortak sahipleri olduğu iddiası nesiller arasında kurulmak istenen bir köprü hüviyeti kazanıyor.
terörün tamamen ortadan kaldırılması pratikte ulaşılabilir gözükmese de terörle mücadele konsepti içerisinde terör alanının olabildiğince kontrol altında tutulması, türkiye’nin içerisinde bulunduğu kuşatmadan çıkabilmesi açısından elzem gözüküyor.
peki bu nasıl olacak? bu çerçevede yeniden “çözüm süreci” söylemi nasıl okunmalı?
çözümün odağında ne olmalı?
başbakan yıldırım’ın “çözüm vatandaşta. o fırsatı kaçırdılar. terör örgütünün kürtler diye bir sorunu yok. kürt vatandaşlarının pkk diye bir sorunu var” şeklindeki sözleri, pkk ile herhangi bir diyalog alanına izin verilmeyeceği yönünde oldukça net bir açıklama. hdp ile de bir müzakere olmayacağı anlaşılıyor.
sorunun adını koyarken terör/kürt sorunu bağlamında iki kapsayıcı tanımlamanın aynı platformda tartışılabiliyor olması, toplum kesimlerinin algı ve beklentisiyle yakından ilgili.
çözüm sürecine desteğin en yüksek seviyeye çıktığı dönemlerde bile vatandaşın odaklandığı husus, eylemsizlik/çatışmasızlık halinin devamıydı. geniş kesimler “çatışma yoksa nasıl olsa bir yol bulunur” değerlendirmesiyle süreci olumlu irdelemeyi tercih ediyordu. ara ara yaşanan ve nadiren kayıp verilen düşük yoğunluklu çatışmalar sürecin doğasına tahvil ediliyordu. öcalan’ın salıverilmesi ve/veya ev hapsi gibi en radikal isteklerin bile kamuoyunda seslendirilebiliyor olması, makul bir çözüm noktasına varılabileceği yönündeki güçlendirilmiş beklentinin ürünüydü.
ancak en temel husus gözden kaçırılıyor ya da görülmek istenmiyordu. o da toplumdaki kimlik tanımlaması üzerinden başlayan derin ayrışmanın müzakerenin sona ermesi durumunda sosyal ağlarda ötekileştirmeler, kopuşlar ve açık/örtülü çatışmalarla neticelenebileceği gerçeğiydi.
zira türkiye’de türk-kürt kutuplaşması/bütünleşmesi ekseninde ele alınabilecek dört temel kimlik algılaması olduğu söylenebilir[1]. toplumun büyük çoğunluğu olarak ‘türküm’ diyenler, ‘ben kürdüm ama türk üst kimliğinden rahatsız olmuyorum’ diyenler, ’kürdüm ve birlikte yaşamak istiyorum diyenler, ‘kürdüm ve bir arada yaşamak istemiyorum’ diyenler…
türkiye’deki terör/kürt sorununun akıbetini konuşurken bu dört kesimin de sürecin hedef alanında ortaklaştırılması vazgeçilmez. oysa çözüm süreci döneminde, müzakere ve diyalog alanında ortaklaştırılabilecek kavramlar yerine kutuplaşan kesimlerin kendi kavramları çarpıştırılıyordu. örneğin suriye’nin kuzeyindeki gelişmeler hızlanınca rojava adıyla kürtlere sunulan zihinsel/ideolojik kavram kürtlerdeki birlikte yaşama iradesini zayıflatırken, çatışmasızlığı olumlayan geniş kesimlerde sorunun tanımını “bölücü”, “ayrıştırıcı” bir sosyo-psikolojik algıya bırakıyordu.
ayrışma tuzağına karşı önlem
bugün türkiye’de yoğunlaşmış ve dış destekle derinleşmiş bir terör sorunu var. sorunun bu boyutu, ulusal bir güvenlik meselesi. ancak sosyal ve siyasal açıdan üzerine gidilmesi gereken bir ayrışma alanı da karşımızda duruyor.
terörle mücadele ederken, suriye’nin kuzeyindeki jeopolitik/ideolojik inşa sürecini türkiye’deki kürt nüfusundan sıyırabilecek ve kimlik tanımlaması üzerinden konum değiştirmekte olan kesimleri birlikte yaşama iradesiyle yoğurabilecek karar ve eylemlere ihtiyaç var.
çözüm sürecinin sona ermesinin ardından terör örgütünün hdp’yi de meşru siyasetin dışına alarak başlattığı “alan hakimiyeti” ve “özyönetim” ilanı bölgedeki kürtler tarafından da kabul görmedi.
şimdi siyasal mekanizmanın, devletin ilgili kurumlarının, medya ve sivil toplumun pkk-pyd-hdp üzerinden harekete geçirilmek istenen ve türk-kürt ayrışmasını çatışma alanına sevk etmeye yönelik fay hatlarını kontrol edebilecek bir mücadele sürecini başlatması gerekiyor. bu mücadelede her şeyden önce terör ve eleştiri alanı, teröristle vatandaş arasındaki belirgin farklılıklar gün yüzüne çıkarılmalı…
[1] 7 haziran seçimlerinin hemen ardından 784 kişi üzerinde (örneklem genişletilmeli) yaptığımız anket uygulamasında bu 4 kimlik algılamasını net bir biçimde görmüştük. katılımcıların cevapları (1)%82, (2)%7, (3)%5, (4)%2, %4“fikrim yok/kararsızım” şeklinde dağılıyordu.
doç. dr. kürşad zorlu, ahi evran üniversitesi siyaset bilimi ve kamu yönetimi bölümü öğretim üyesi. orta asya ve türk dünyasıyla ilgili çok sayıda makalesi bulunan zorlu, aynı zamanda yeniçağ gazetesi ve yankı dergisinde köşe yazarı.
twitter'dan takip edin: @zorlu77
bu makalede yer alan görüşler yazara aittir ve al jazeera’nin editöryel politikasını yansıtmayabilir.
Yorumlar