Görüş
İran'ın nükleer dosyası ve fiili durum
Tahran nükleer projesini tamamladığını açıkladığında, Washington’ın İran’ı bölgesel bir güç olarak tanımaması ve onunla savaşa girmesi mümkün değildir.
iran; uranyumun zenginleştirilmesi, araştırma ve tesislerin geliştirilmesi alanında üretim teknolojilerine sahip olmak da dahil, nükleer konusunda tam bir hak sahibi olduğunu vurguladı.
belki de iran cumhurbaşkanı hasan ruhani’nin 10 eylül 2013 günü, "hükümetimiz nükleer alanındaki haklarından bir nebze bile geri adım atmayacak."demesi, herkesi iran'ın yeni siyasi liderliğinin dayattığı realiteyle karşı karşıya bıraktı. bu gelişme, hem küresel ve bölgesel güçler hem de bu alanda kendi başına bir güç olarak ortada duran siyonist teşekkülün arzularına uygunluk ya da aykırılık gösterebilir.
burada, bir dönem (2005-2006) israil milli güvenlik konseyi başkanı olarak görev yapan giora eiland’ın, iran’ın gerçekten nükleer silaha sahip olması durumunda işlerin varacağı nokta üzerine söylediklerini hatırlamakta fayda var. şöyle demişti eiland: “orta doğu’da, anlaşmazlıkların iran nükleer şemsiyesi altında çözüldüğü bir durum meydana gelecek. mesela; hizbullah örgütünden celil’e füzeler fırlatıldığı ve israil buna cevap vermek istediğinde, kararlarını bugünkü değerlendirmelerden başka değerlendirmeler çerçevesinde verecektir.”
britanya'da yayımlanan haftalık savunma dergisi jane's defence weekly'nin askeri yorumcusu alon ben-david ise şu görüşteydi: “israil içerisinde bazıları, olası bir iran bombasından, kendisiyle beraber yaşanması gereken tartışılmaz bir olay olarak bahsediyor.”
buna israil’in, bazı zamanlarda yaptığı askeri tatbikatlar dışında, son birkaç aydır iran nükleer dosyası karşısındaki suskunluğu da ekleniyor.
the new york times gazetesine göre, israil ve onun yörüngesinde hareket edenler, abd başkanı barack obama’nın suriye’ye yönelik zayıf adımından sonra felç hali yaşıyorlar. bunun washington ile tel aviv’in iran konusunda anlaşma noktasına varmasından sonra bir geri adım olduğunu ve amerikan liderliğini gerileteceğini vurguluyorlar.
washington yakın doğu araştırmaları enstitüsü'nden (the washington institute for near east policy - winep) michael herzog, gelinen aşamayı şöyle yorumluyor: “buradaki en önemli husus, washington’ın tereddütlerinin arttığını hissettiği her defasında, tel aviv’in iranlılara karşı tek başına iş tutma arzusunun artmasıdır. ki bu da amerikan yönetiminin hiç istediği bir şey değil.”
böylesi bir ortam bizleri, yaklaşık herkesin, bütün yansımalarıyla beraber, kabul ettiği belirli bir soruya götürüyor: suriye meselesinde durum buysa, iran meselesinde işin sonu ne olacak?
israil başbakanı binyamin netanyahu, tam da o soru yüzünden sessizliğini bozma ihtiyacı hissetti: “israil'i ilgilendiren en önemli konu, iran’ın nükleer bomba yapma kudretidir ki bu israil devleti için en büyük tehdit olarak değerlendiriliyor. bundan dolayı israil'in, kendi imkanlarına dayanmaktan başka bir seçeneği bulunmuyor.”
abd'nin iran seçenekleri ve mevcut tercihi
geçmiş on yıl boyunca durumu yakından gözlemleyenler, abd'nin askeri ve siyasi anlamda yükselen güç olan iran ile savaşma ihtiyacında olmadığı kanaatine varabilirler.
batılı akademisyen, siyasetçi ve yorumcu elitlerden pek çoğu, washington'ın iran nükleer tesislerine karşı saldırı düzenleyeceği hususunda gerçek bir şüphe içerisindeler. bunun belli başlı nedenlerinden biri de gerek afganistan gerekse de irak’ta iran ve abd'den her birinin diğerine muhtaç olması. diğer yandan iran, bazı körfez ülkeleri, yemen ve şu anda da suriye, lübnan ve mısır’da olduğu gibi, amerikan yüksek çıkarlarına hizmet eden bir gerilimin odağı durumunda. bu da abd'nin, iran öcüsünden korumaya kadir tek güç olması itibariyle, bölgedeki birçok ülkede ekonomik güç ve karar verici anlamında fiilen bulunmasının çok acil bir ihtiyaç olduğu algısının oluşması anlamına geliyor.
tahran nükleer projesini tamamladığını açıkladığında, washington’ın iran’ı bölgesel bir güç olarak tanımaması ve onunla savaşa girmesi mümkün değildir. o anlar, belki de başta körfez bölgesindekiler olmak üzere, arap devletleri için en acı verici zamanlar olacaktır.
iran’ın bir gün kimyasal silaha sahip olduğunu ilan etmesi, onu ‘de facto nükleer’ ülkeler arasına sokacak. pakistan, hindistan, kuzey kore ve israil, ‘de facto nükleer’ silah sahibi ülkeler.
bilindiği gibi resmi (de jure) olarak nükleer silahlara sahip olan ülkeler, 1968 yılında nükleer silahların yayılmasının önlenmesi antlaşması (treaty on the non-proliferation of nuclera weapons - npt) imzalandığı sırada elinde nükleeri bulunan bm güvenlik konseyi'nin beş daimi üyesidir. abd, rusya (imzalandığı sırada sovyetler birliği, çin, britanya ve fransa, söz konusuyu beşliyi meydana getirmektedir. nükleer güç sahibi bütün ülkeler ve güney afrika, brezilya ve arjantin gibi nükleere sahip olup da daha sonra vazgeçen ülkeler, bu anlaşmanın bir üyesidir.
bizim için asıl önemli olan, iran’ın nükleere sahip olduğunu sürpriz ilanının, orta doğu'yu, tüm dengeleri altüst eden ürkütücü bir realitenin önüne koyacak olmasıdır. bölge ülkelerini, iran şahı rıza pehlevi’nin güçlü ve kibirli olduğu dönemlerde uygulanan önceki ilişkiler dönemine döndürebilecek senaryolar gündeme gelecektir.
o şartlarda batı'nın zihni, bir yöne doğru yönelecek. o da yeni ‘nükleer iran’ gerçeği ile yaşamak ve sevgisini kazanmaya çalışmak. bu da arapların, nükleer silaha sahip olması durumunda kendilerini gerçek bir tehlikeye sokacak sorunlu komşuları iran ile ilişkilerinin gerilediği her aşamada, batı özellikle de amerikan vizyonuna dayanmalarını esas alan bir strateji temelinde gerçekleşecek.
bahsedilen korkulardan bazısı, yaşanan gerilimler ve duyulan endişelere bağlı olarak siyasidir. arap ülkelerinin emniyet birimlerini, iran kaynaklı problemler karşısında daha yoğun ve dikkatli çalışmaya sevketmektedir. birleşik arap emirlikleri'nin üç adasını işgali; irak, bahreyn ve yemen’deki açık müdahalesi örneğinde de gördüğümüz gibi, iran'ın ihlal ettiği egemenlik sorunları da bu çerçevede etkilidir. korkuların bazısı ise askeri kaynaklıdır. bunun anlamı da çevresel tehlikelerin yanında dolaylı ya da dolaysız kalkan arayışıdır.
iran şimdilerde, irak’ın on yıldan fazla ertelemeyi başardığı ve 1979'daki islam devrimi stratejisinin can damarı olan bölgesel süper güç haline gelme hayaline yaklaşma heyecanını yaşıyor. irak’ın 1990'da kuveyt’i işgali ve akabinde uluslararası kamuoyu ile arap dünyası'nın irak'ı yalnızlaştıran kararlarının ardından, iran için bu yolda yürümenin şartları oluştu. iran bundan sonra ‘flörtçü kadın’ rolünü oynadı. stratejik programının gerçekleşmesi adına kötü politikalar ve yöntemler uyguladı.
bu bağlamda, islam devrimi'nin lideri imam humeyni’nin istek ve vizyonunun gerçekleşmesi yolunda büyük bir kaya olarak değerlendirdiği irak’ın işgali için şartlar hazırladı.
1991’deki körfez savaşı'ndan sonra arap güvenlik sisteminin zayıflamasıyla beraber iran, bölgesel rolünü pekiştirecek askeri nükleer programı edinmek için çabaladı. bu rolü genişleterek, bölgede tek olmasa da en büyük güç olmaya çalıştı. bütün bunları irak, basra körfezi (halicül arabi), suriye, lübnan ve diğer ülkeler üzerinde siyasal, güvenliksel ve ekonomik nüfuzunu artırma ve füze savunma sistemlerini geliştirmeyle eş zamanlı götürdü.
iran liderliğinin nükleer hedef doğrultusunda attığı her adım, birçok iranlının, bölgede iran’ın eski onur ve gururunun geri gelmesi ve batı'nın onunla uluslararası konularda ihmal edilemeyecek temel küresel bir güç olarak ilişki kurması için nükleer silaha sahip olma hakkı konusundaki kararlılığını artırıyor.
silik gibi görünen fotoğraf, biz istesek de istemesek de bir müddet sonra gerçekleşebilir: ‘de facto bir durum olarak nükleer iran’. israil başbakanı'nın açıklamalarına göre durum şu: “iran nükleer silaha sahip olmak için uranyum zenginleştirme konusunda gücünün sınırlarını genişletmeye devam ediyor. bunun yanında nükleer yakıt üretme gücünün ve balistik füze sistemlerinin sınırlarını da genişletiyor.”
iran'ın nükleer programı hakkında avrupa birliği yüksek temsilcisi catherine ashton ve iran dışişleri bakanı muhammed cevad zarif arasında yapılacak görüşmelerin her hangi bir faydası olacak mı? zarif, nükleer meselesinde bir biriyle bağlantılı iki ilkenin varlığından bahsediyor: "birincisi, nükleer teknoloji ve uranyum zenginleştirme konusundaki hakkımıza saygı. ikincisi, uluslararası camianın (iran'ın nükleer programına ilişkin) korkularının giderilmesi."
uzlaşı konusuna gelince, iran, nükleer projesini tamamlamak için yıllar boyunca oynadığı vakit kazanma oyununu, kimyasal silah üretmek için ihtiyaç duyduğu birkaç ay boyunca da sürdürecek. bu durumda iran, dünyayı bir oldubitti ile karşı karşıya bırakacak ve daha güçlü bir konumda pazarlık yapacak.
gelinen noktada, kendini çok sıkıntılı ve hassas bir konjonktürde bulan, israil dahil hiç kimse projeye karşı duramayacaktır. öyle bir durumda netanyahu kendisini, filistin topraklarını işgalden bu yana israil için en tehlikeli gelişme anlamı taşıyan iran'ın nükleere yakınlaşması karşısında, en iyisi bile oldukça acıtan seçenekler önüne bulacaktır.
arapların, daha doğru bir ifadeyle körfez ülkelerinin soracağı en büyük soru belki de şu: iran’ın 'de facto nükleer' ülke olarak nitelendiği bir durumda, arapların iran ile mücadeledeki en iyi seçeneği ne olacak? körfez ülkeleri, iran'ın sevgisini kazanmaya ve mevcut stratejisini tamamen değiştirmeye mi çalışacaklar? körfez ülkeleri ya da başkaları, bölgede iran'a karşı denge kurma ve koruma kalkanı oluşturma anlamında, nükleer güce kavuşmak için çabalayacaklar mı?
nükleer iran, batılıların ulusal güvenlik ve çıkarlarını garanti altına almak adına verdiği destek sayesinde orta doğu'da yeni ajandasını dayatacak mı? yoksa israil, bölgede yeni bir savaşı başlatacak ve iran’ın rüyasını bir kaç yıl geciktirecek ani saldırılarla bütün bu soruları erteleyecek mi?
faris el hattab, iraklı akademisyen ve iletişimci. 1961 yılında bağdat'ta dünyaya geldi. çeşitli arap gazete ve dergilerinde güncel uluslararası politik gelişmeler üzerine makaleler kaleme alıyor. irak ve birleşik arap emirlikleri’nde birçok radyo ve televizyon programı hazırlayan hattab’ın medya alanında yayınlanmış birçok kitap ve araştırması bulunuyor.
bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve al jazeera’nın editöryel politikasını yansıtmayabilir.
Yorumlar