Görüş
Kral Abdullah'ın ardından Suudi Arabistan
Bir insanı devlet adamı yapan bazı maddi olmayan nitelikler vardır: Güç, kurnazlık, cesaret ve kendi ülkesinin siyaset sahnesine ilişkin derin bir kavrayış. Bu niteliklerin hepsi Abdullah Bin Abdulaziz’de kesinlikle vardı.

suudi arabistan kralı abdullah bin abdülaziz el suud, bir süredir zatürreden muzdaripti. son birkaç yıldır sağlık durumu gittikçe kötüleşmiş ve bu durum iş yükünü azaltmasına neden olmuştu. buna karşın, 90 yaşındaki ağır sigara tiryakisi kral, ağırlığını ve nüfuzunu öylesine muhafaza ediyordu ki ailesi onun kaybına ne kadar hazırlanmış olursa olsun, suudi arabistan onun yokluğunu keskin bir biçimde hissedecek.
monarşiye pek de yakınlık duymayan suudiler arasında bile bir hayli popüler bir figür olan kral abdullah, arkasında doldurulması pek de mümkün görünmeyen bir boşluk bıraktı.
arabistan’da yönetici olmak, yalnızca iyi bir devlet idarecisi olmak ve petrol çıkarma işinin sürdürülmesini garanti altına almak anlamına gelmiyor. hayli geniş bir bölge boyunca, çoğu birbiriyle çatışma hâlindeki çok sayıda çıkar grubunu idare etmeyi içeren karmaşık ve zor bir iş bu.
değişimin hızı
suudiler sıklıkla değişimin çok yavaş gerçekleştiğinden söz ediyorlar; bu, yalnızca reform taleplerini savuşturma amaçlı bir mazeret değil, ülkede birbiriyle rekabet hâlindeki çıkar ve destek gruplarının dengelenmesi ihtiyacının gerçek bir yansımasıdır. suudi arabistan’ın istikrarlı bir biçimde ilerleyebilmesi için bütün bu grupların yatıştırılması gerekiyor.
kral abdullah’ın özellikle iyi olduğu konu, bu dengeyi iyi kavramış olmasıydı. hayli yaşlı olduğu dönemlerde bile kendi halkı hakkındaki bilgisi ciddi bir basirete ve keskin bir zekâya dayanıyordu.
kadınların siyasal ve toplumsal hayata katılımlarının önünü açacak reformların yapılması gerektiğini bilen biri olarak, önünde buna engel teşkil eden muhafazakâr din adamlarını hiç acımadan görevden aldı. fakat bütün bu süre boyunca dini kurumlar ve dindar polis teşkilatının altını oyacak işlere de hiç kalkışmadı; ki bu kurumlar, muhafazakâr suudilerin gözünde son derece saygın bir yerde durmaktadır.
benzer şekilde, krallığın huzursuz şii nüfusuyla ilgili olarak kral ve üvey kardeşi eski veliaht prens nayef, diyalog içeren bir politika izlediler.
kasım 2014’te suudi devleti, el kaide bağlantılı bir grubun arabistan’ın doğusundaki bir şii hüseyniyesine yönelik gerçekleştirdiği saldırılara karşı derhal harekete geçti. devlet ile şii nüfus arasındaki gerilim bir hayli yüksek olsa da bu umut verici bir işaretti.
kral zaman zaman yalnız biri olarak boy gösteriyordu; üvey kardeşleriyle hiçbir zaman dört dörtlük ilişkilere sahip olmadı. ulusal muhafız komutanı olarak kendi konumunun güçsüzleştirilmesine direnmiş olan kral abdullah’ın, iktidara gelişi kişiliğinin gücünün ve kurnazlığının olduğu kadar politik yeteneklerinin de bir sonucuydu.
kral abdullah bilim ve teknoloji üniversitesi örneğinde ya da bazı ekonomik şehirlerin teşvik edilmesinde olduğu gibi, büyük modernleşme projelerinin geliştirilmesini sağlayan şey kişiliğinin yalın gücüydü.
gençlik ve yaşlılık
dış politikayla ilgili konularda, yaşlı prensler kuşağı aşağı yukarı aynı düşüncededir; iran’a daima kuşkuyla bakılmış, iran’ın suudi çıkarlarının hilafına genişleme arzusu daima akılda tutulmuştur. abdullah olsun olmasın, suudilerin tahran karşısındaki konumu yumuşamayacaktır; çünkü iki taraflı ilişkiyi yöneten temel kabullerde son yıllarda herhangi bir değişiklik meydana gelmedi.
benzer şekilde, iran’la yapılan gizli görüşmelerden israil ile filistin arasında barış sağlamak hususundaki başarısızlığa kadar bir dizi konuda abd ile yaşanan sürtüşmelere karşın, gelecekte ne olursa olsun ve her iki ülkenin başında kim bulunursa bulunsun, washington'la ilişkiler sürmek zorunda.
hâlihazırda biraz zedelenmiş gibi görünen ilişkiler, abd başkanı barack obama ile suudi kralı arasında şahsi bir çatışma olmaktan çok koşulların bir ürünüdür.
aslında abdullah’ın sahneden çekilmesi, krallığın kendisine bölgede ve dünyada biçtiği konumu radikal bir biçimde değiştirecek gibi görünmüyor. riyad’ın seçkinleri, en korktukları şey olan istikrarsızlığın kendi bölgelerinde kalıcı bir özellik hâlini almasından endişe duyuyorlar. bu durum tedirgin edicidir ve ülkeyi de daha agresif bir tutum takınmaya sevk etmektedir ki bu, suudi arabistan’ın hep ikircikli olduğu meselelerden biri olagelmiştir.
her şeye karşın, ister bahreyn ve yemen’deki askeri müdahaleler söz konusu olsun, isterse de piyasadaki payını koruyabilmek için petrol fiyatlarıyla oynamak ve bölgesel rakipleri yaralamak söz konusu olsun, krallık, kral faysal’dan bu yana görülmemiş bir biçimde güç gösterisi sergiliyor.
fakat irak şam islam devleti (işid) özellikle zor bir açmaza neden oluyor. işid, suudi yönetiminin dayandığı en temel dayanağın, peygamberin ülkesini yönetme ve iki kutsal cami mekke ve medine'nin vasisi olarak davranma hususundaki islami meşruiyetinin altını oyuyor. krallığın işid’in intikamcılığından muaf olmadığını 5 ocak’taki intihar saldırısında gördük; iki suudi sınır muhafızı komutanlarıyla birlikte öldürüldü. bu saldırının, bütün özellikleriyle el kaide–işid destekli olduğu belliydi.
suudiler için, örgütle, tamamen yok olmadan bir anlaşma yapmanın olanaksız olduğu açıktır. bu, kendisini düşürmeyi hedefleyen bir yapıyla başa çıkmak ile suudi yurttaşları arasındaki işid sempatisinin kayda değer boyutlarda olması arasındaki gerilimi idare etmek durumunda kalan yönetici hanedan için rahatsızlık verici bir politika.
örneğin işid’in kendi okullarında suudi ders kitaplarını okuttuğu ve katı şii karşıtlığının temelde suudi krallığındaki ateşli din adamları tarafından üretildiği söyleniyor. bu da, krallık ile sözde halifenin ilişkilerinin karmaşıklığını ortaya koyan bir gerçek.
kılavuz rolü
son olarak, körfez'deki arap ülkeleriyle ilişkilerde, krallık, daima buyurgan bir rolü muhafaza etmiştir. bahreyn dışında, daha küçük körfez ülkelerinin krallıkla daha fazla bütünleşmek konusunda çekimser durmalarının nedeni de büyük oranda budur. demografi ve coğrafya, suudilerin kendi komşularıyla ilişkilerinde bu rolü sürdüreceklerini gösteriyor. büyük oranda körfez ülkelerini iran konusunda şahinleştirmeye yönelecekler ve bir yandan da güvenliği, ekonomiyi ve dış politikadaki tutumları ortaklaştırma girişimi içinde olacaklar.
fakat katar’ı saflara geri çekmek konusunda, gündemi biraz öteleyen kişi özellikle kral abdullah’tı. abdullah olmaksızın, körfez ülkelerinin iç ilişkilerini tamir etme, örneğin katar ile mısır’daki sisi yönetimi arasındaki bir uzlaşmanın arabuluculuğunu yapma olasılığı dengelere daha da bağımlı hâle gelmiştir.
suudi arabistan bölgedeki çalkantılı değişimlerle kralı olmadan başa çıkabilir mi? hiç kuşkusuz ailede çok sayıda yetenekli prens, iyi eğitimli düşünür ve yetenekli teknokrat mevcut. krallığın yeni bulduğu özgüven ve kararlılığı sona erecekmiş gibi görünmüyor. bölgedeki istikrarsızlık devam ettiği sürece, suudi arabistan, kendi çıkarlarını kollamayı sağlayacak yöntemlerin arayışında olacaktır.
ülke içinde, yakın zamanda, genç prenslerin kabineye akın etmeleri (kral abdullah bu sürece bizzat nezaret ediyordu) çok sayıda suudi’nin, yaşlı prensler kuşağının iktidardan feragat etmesi nedeniyle yönetimde boşluk oluşacağı biçimindeki kaygılarının yatışmasında bir miktar etkili olmuştu.
bununla birlikte, krallığın kaybettiği şey, yeri doldurulmaz gibi görünen sembolik bir liderdir. bir insanı devlet adamı yapan bazı maddi olmayan nitelikler vardır: güç, kurnazlık, cesaret ve kendi ülkesinin siyaset sahnesine ilişkin derin bir kavrayış... bu niteliklerin hepsi abdullah bin abdulaziz’de kesinlikle vardı.
suudi arabistan, kral abdullah'ın önderliği olmaksızın da bölgedeki en büyük güç olmayı, ya da en büyük güçlerden olmayı sürdürecektir; fakat onun yokluğunda hiçbir şey aynı olmayacak.
michael stephens, katar'daki royal united services institute (rusi) isimli düşünce kuruluşunun müdür yardımcısı.
twitter'dan takip edin: @mstephensgulf
bu makalede yer alan görüşler yazara aittir ve al jazeera'nin editöryel politikasını yansıtmayabilir.
Yorumlar