Görüş
Meçhule ve tarihin dışına doğru Mısır
İsrail açısından Mısır’ın şu anki yönetimi, hiç güvenmediği ve hakkında istihbarat topladığı Mursi yönetiminin aksine, rahatlatıcı ve güven verici bir taraf olarak değerlendiriliyor.

mısır’ın şu sıralar yaşadığı esas problem, tarihin dışına doğru bir istikamette seyretmesi ve sonuçta arap dünyasını da peşinden sürükleme korkusudur.
-1-
bugünlerde mısır gazetelerini ve askere övgüler yağdırıp onların ülkedeki rolünü abartma konusunda birbirleriyle yarışan politikacıların açıklamalarını takip edenlerin aklının ucundan muhtemelen şu geçmiyordur: okuduğu manşetler, yorumlar ve politikacıların demeçlerinin, türkiye’de yaklaşık yarım asır önce yaşananların neredeyse aynısı olduğu.
türk toplumunun askerileştirilmesi/militarize edilmesi tarihini okuyan herkes, ülkenin kaos ve yıkımdan kurtarılması için silahlı kuvvetlerin müdahale etmesi çağrısı yapan seslerin, tüm siyasi kriz anlarında yüksek perdeden çıktığını fark edecektir.
türkiye’de 20. yüzyılın ikinci yarısındaki siyasi ortamın kırılganlığı ve zayıflığı gölgesinde insanlar, orduyu kurtarıcı olarak görüyorlardı. ordunun itibarı buna izin veriyordu. çünkü ordu, birinci dünya savaşı (1914-18) sırasında ülkeyi işgalden kurtarmıştı. ardından cumhuriyeti de yine ordu kurmuş, ülkenin modernleşmesinde önayak olmuştu. bu arka plan, geçen yüzyılın20’lerindecumhuriyetin kurulmasını takip eden yaklaşık seksen yıl boyunca toplumun militarizasyonu yolunda kullanılageldi.
sürekli tekrarlanan aynı senaryonun ara başlıkları şöyle işliyordu: zayıf partiler ülkeyi yönetmede başarısızlığa uğruyordu. akabinde ordunun kurtarıcılık görevi üstlenmesini talep eden sesler yükseliyordu. bunun üzerine ordu, hükümete sorumluluğunu yerine getirmesi için uyarıda bulunuyordu. uyarıdan sonra da darbe yaptığını ilan ediyor ve yönetimi ele alarak alt üst olmuş ortamı düzeltiyordu.
birkaç (genellikle de on) yıl arayla kriz yineleniyor ve orduyu göreve davet eden aynı sesler bir kez daha yükseliyordu. ordu, ülkede silaha sahip tek düzenli ve sistemli kurum olarak, bu seslerin peşinden, yönetimi doğrudan üstlendiği bir yapı olan darbenin geleceği uyarısını tekrar yapıyordu.
söz konusu durum; 1960, 1971 ve 1980 müdahalelerinden yumuşak ya da post-modern olarak nitelenen 1997’dekine kadar, müteakip darbelerde devam etmişti.
bütün bu darbelerin çıkış noktası, ordunun ülkeyi koruma görevinin yanında, kendisini türkiye cumhuriyeti’nin ilkelerini korumakla da sorumlu görmesiydi. bu sorumluluğun bir gereği olarak ordu, topluma vesayetini dayattı. 1982 anayasası; askeri, siyasi, güvenlik, ekonomi, kültür, medya gibi değişik alanlarda danışma büroları oluşturan milli güvenlik kurulu (mgk) aracılığıyla bu vesayeti kanunlaştırdı.
islamcı arka plana sahip refah partisi’nin (rp) nispi bir başarı yakalayıp doğru yol partisi (dyp) ile koalisyon hükümeti kurmasıyla sonuçlanan 1995 seçimlerden sonra ordu alarma geçti. rp-dyp koalisyon hükümetinin başbakanlığı görevini, o sırada rp’nin başında bulunan necmettin erbakan üstlenmişti. türk silahlı kuvvetleri’nin komuta kademesi, başbakan erbakan’ı 1997 yılında istifaya mecbur edinceye değin, devletin değişik kurumlarına yayılmış parmaklarını hareket ettirerek bu vaziyete (yani islamcı kökenli bir partinin iktidar ortağı olmasına) cevap verdi.
-2-
cumhurbaşkanı muhammed mursi’nin azledilmesinden itibaren mısır’da rüzgarlar tarihin akışına ters olan böylesi bir yönde esiyor. 2012’de yüksek askeri konsey’in (yak) görevinin sona ermesiyle beraber, demokratik değişim ve toplum yönetimi için sivil kurumlar kurulması ümitleri yeşermişti. bütün bu ümitler, ülkenin seçilmiş liderinin, 3 temmuz 2013 tarihinde azledilmesi üzerine ortadan kayboldu. anayasa askıya alındı, şura meclisi ve oluşturulan bütün meclisler feshedildi ve toplum karşısında devletin gücü tahkim edildi.
bu konjonktürde seçilmiş değil atanmış bir grup eliyle yeni bir anayasa hazırlanması çalışmalarına girişildi. askeri kurum, yetkilerin de facto kaynağı ve yeni yapının oluşturulmasında sözün asıl sahibi haline geldi.
asker belki kendisini topluma dayatmadı ama yaşanan şey; liberal, milliyetçi ve solcu değişik eğilimlerden elitler ve sivil güçlerden, ordunun yaptıklarına destek bulmasıydı. medya süreçte vurucu güçtü. mursi’nin idari başarısızlıklarını kullanmak suretiyle kitleleri onun rejimine karşı kışkırtıp seferber ederek, noam chomsky’nin deyimiyle ‘rıza imalatı’ sürecinde başarı sağlamıştı. dolayısıyla mısır basını, askeri kuruma bel bağlayanlar kampının yanında durmuştu.
yeni konjonktür ışığında, savunma bakanı ve silahlı kuvvetler komutanı general abdulfettah sisi, etrafında sivil güçler kümelenmiş olarak, cumhurbaşkanlığına aday oldu. böylece anayasa yazma komisyonu’nda (ayk) silahlı kuvvetlerin varlığı özel bir önem kazandı. ayk’da, savunma bakanı’nın dokunulmazlığının sağlanması ve atanmasında yak onayının şart koşulması hususunda tartışmalar yaşandı. maddenin o şekilde kabul edilmesi durumunda, savunma bakanlarını atama yetkisi, cumhurbaşkanı veya başbakan’ın elinden alınıyor.
bir orta yol çözümü olarak, bu ilkenin 10-12 yıl arası geçici periyodda uygulanması fikri önerildi. sivillerin, aslen savunma bakanlığı’na bağlı olup bağımsız hareket edemeyen askeri mahkemelerde yargılanması ilkesine bağlı kalındı.
böylesi bir ortamda, 5 ekim 2013 tarihli şuruq gazetesinde, genel yayın yönetmeni’nin ifadesine göre, kuruma yakın bir askeri kaynağın önemli açıklamalarını okuduk. kaynağın açıklamaları şu noktalarda yoğunlaşıyordu:
“son yıllarda yaşanan tecrübeler, şu anda ve gelecekte mısır’da varlığını sürdüren tek gücün ordu olduğu gerçeğini herkese kanıtladı. mevzu bahis durum, çoğu sivil olan siyasi yapıların zayıflığından kaynaklanıyor. dolayısıyla mısır’ın, onun kimliğini tamamen değiştirmek isteyen her hangi bir örgüt ya da cemaatin at koşturduğu bir alan olmaması için, bu orduya ülkeyi korumasına yardımcı olacak enstrümanları vermeliyiz.
mısır’ın koşulları, orduyu bilmediğimiz bir cumhurbaşkanı’na bırakmaya müsade etmiyor. mantığın gereği, halkın elindeki silah konumundaki milli ordusunu kaybetmemesidir. istemediğimiz bir kişinin, sivil kıyafet içerisinde cumhurbaşkanlığı makamına ulaşıp dilediğini savunma bakanı olarak atamasını istemiyoruz. bu hâl, ordunun kimliğinin değişmesiyle sonuçlanabilir. zira o savunma bakanı, komutanları atama işini üstlenecektir. öylesi bir değişim ise silahlı kuvvetleri, herkesi kucaklayan milli bir kurum olmaktan çıkarabilir. ve onu, bir parti ya da cemaatin milislerine dönüşmesine yol açacak bir konuma götürebilir.”
şuruq gazetesi, askeri kaynağın doğrudan silahlı kuvvetler adına konuştuğunu söylemiyor. ama en azından, ordu içerisindeki bir ekol ya da akım adına konuşuyor. bu ekol; ordunun mısır siyasi sahnesindeki tek güç ve en yüksek sulta olduğunu düşünen, müslüman kardeşler tecrübesine karşıtlığını ifade eden ve silahlı kuvvetlerin kimliği üzerinde etkiye sahip olacağı iddiası ile bu tecrübenin tekrarını engellemeyi temel hedefi haline getirmiştir. oysa vatanın kimliği ve yüksek menfaatler, onlara göre ikinci derecede hususlardır.
-3-
askeri kurumun, herkesin gördüğü gibi, hali hazırdaki siyasal boşluk alanını doldurmaya ve rolünü artmaya devam etmesi, mısır’ın tarihin akışının dışına doğru hareket ettiği anlamına geliyor. bu da, en azından 25 ocak devrimi’nin hedefi olan, sivil demokratik devlet hayalinin gerilemekte ve sınırlanmakta olduğuna işaret ediyor. öyle ki somut veriler görünür gelecekte neredeyse bu bağlamda hiçbir şeyin gerçekleşme olasılığı içermediğini ima ediyor.
mısır’da 3 temmuz’da kurulan yapı, güç dengeleri ve bakış açılarında ölümcül hatalarla malul. nitekim askeri kurumun güç ve hegemonyası, aralarında müslüman kardeşler’i reddetmek ve ona düşmanlık duymaktan başka ortak payda bulunmayan seçilmiş yapılar gölgesinde gerçekleşiyor. bunlar, tabanı olmayan ve meşruiyetini askeri kurumun gücüne dayanmaktan alan zayıf yapılardır.
günümüzde mısır’daki krizin özünü, tam da bu husus oluşturmaktadır. çünkü o kadar büyük bir ülkenin varlığı, liberallerin askerle kurduğu ittifak temeli üzerine oturtulamaz. ve projesini salt müslüman kardeşler’in baskı altına alınması ve teröre karşı mücadelede devamlılık düşüncesi üzerine inşa edemez. bu duruma, batı’da yayımlanan bazı analizlerde de dikkat çekiliyor. yapılan tahlillerde, siyasi gücünün zayıflaması ve bölgesel anlamda zikre değer bir rolünün kalmamasının ardından mısır’ın, meçhule doğru yol aldığından bahsediliyor.
sorun sadece bu kadarla da sınırlı değil. özellikle askerin 1978 camp david anlaşması’nın en önemli unsurlarından biri olmasıyla birlikte bu zayıf pozisyonuyla mısır, kendisini tamamen israil ile güvenlik ve diğer alanlarda işbirliği planları karşısında teslim olmuş bir halde buluyor.
belki de karşı karşıya kaldığı uluslararası çıkmaz mısır’ı, israil ile daha fazla bir işbirliği ve yardımlaşmaya itiyor. israil açısından mısır’ın şu anki yönetimi, hiç güvenmediği ve hakkında istihbarat topladığı mursi yönetiminin aksine, rahatlatan ve güven veren bir taraf şeklinde değerlendiriliyor.
stratejik vizyonun maruz kaldığı şaşkınlık ve karmaşayla iç içe geçen bu zayıflık mısır’ı, genel anlamda arap baharı’na hasım olmalarının yanında hem devrim hem de kitlelerin istekleriyle çelişen bağlantılar taşıyan arap ittifaklarının kucağına attı.
tüm bunların tam da arap bölgesinin, haritaları değiştirebilecek ve bölme-parçalama projelerine boyun eğdirebilecek büyük sarsıntılara maruz kaldığı bir zaman diliminde gerçekleşmesi, mısır’ı gerileten sarsıntı karşısında, arap aleminin ödeyebileceği ağır bedeli açığa çıkarıyor.
-4-
manzara bu kadar da hayal kırıcı değil aslında. zira arap baharı sistemlerinin karşı karşıya geldiği sarsıntılar, neredeyse arap baharı’nın görünen tarafıyla sınırlı. ancak arap baharı’nın hâlâ hayatiyetini yitirmemiş görünmeyen bir tarafı da var.
“arap baharı, özü itibarıyla değişim isteyen ve sistemlerin kendisine dayattığı siyasal-toplumsal zulmü reddeden arap insan yapısında bir değişimdir.” diyenlerin ilklerindenim.
bu görüşüm, amerikan new york times gazetesinde 18 ekim 2013 günü yayımlanan ve başta suudi arabistan ve birleşik arap emirlikleri olmak üzere, körfez ülkelerinin tamamının yaşadığı ama hakkında susulan toplumsal hareketin özelliklerine değinen bir görüş yazısında kayıtlara geçirildi.
birleşik krallık’taki durham üniversitesi yönetim ve uluslararası politika okulu’nda ders veren dr. christopher davidson tarafından kaleme alınan makaleye anlamlı bir başlık seçilmişti: (makalenin orijinal ingilizce metni) “şeyhliklerin sonu mu geldi?”
mısır, mevcut siyaseti yüzünden kayıp yaşarsa, arap dünyasını da yanında aşağıya çeker. fakat tarihin akışının dışında dursa da, tarihin tekerleğini durduramayacaktır. bu, kur’an-ı kerim’de muhammed suresi’nin 38. ayeti’nde dile getirildiği gibi, allah’ın evrene koyduğu bir yasadır: “eğer o'ndan yüz çevirirseniz, yerinize başka bir toplum getirir, artık onlar sizin gibi olmazlar.”
fehmi hüveydi, mısırlı yazar ve düşünür.
bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve al jazeera’nın editöryel politikasını yansıtmayabilir.
Yorumlar