Görüş

Mısır'ın parlak olmayan gelecek seçenekleri

Mısır için Cezayir senaryosunu uzak görmemin nedenlerinin başında rejimin yapısı, toplum ve ülke coğrafyasının durumu ve oradaki İslamcı hareketin niteliği geliyor.

Mursi taraftarları
Mursi'ye oy veren Mısırlılar, demokrasiyi savunmak için sonuna kadar darbeye direneceklerini dünyaya ilan ediyorlar. [AFP]

mısır’da gelecek seçeneklerinin parlak olmamasından endişeliyim. mısır, şu üç senaryoya açık görünüyor: cezayir, romanya ve türkiye.

-1-

cezayir seçeneğini ‘kara on yıl’ diye adlandırıyorlar. böylelikle, islami kurtuluş cephesi’nin (fis) aralık 1991’de yapılan parlamento seçimlerinde yüzde 82 çoğunlukla sandalyeleri kazandığı 90’ları kast ediyorlar. fis’in zaferi, ülkenin 1988 yılında yaşadığı halk ayaklanmasının akabinde kısmen siyasi açılıma sahne olan devlet başkanı şazli bin cedid yönetimi altında gerçekleşti. ancak bu başarı, 1962 yılındaki bağımsızlıktan itibaren ülkede iktidarı ve karar alma organını elinde tutan ordu ve güvenlik komutanlarını şoke etmişti.

asker, bin cedid’e baskı yaptı ve 11 ocak 1992’de cedid istifa etmek zorunda kaldı. aynı gün asker iktidarı üstlendi. savunma bakanı general halid nizar’ın başkanlığındaki devlet yüksek konseyi göreve başladı. nizar, tankları başkent caddelerinde yürüttü ve sonraki gün (12 ocak 1992) seçim sonuçlarını iptal etme kararı çıkardı. aynı zamanda fis’in kapatılması, 20 bin üyesinin tutuklanması ve vahşi çölün ortasında kurulmuş kamplar olarak tanımlanan hapishanelere kapatılması gibi başka bir dizi karar daha çıkarıldı. sayılan tüm o uygulamalar, ülkede şiddet kıvılcımını ateşledi. süreç, yaklaşık çeyrek milyon cezayirlinin ölümüyle son buldu. bu kara on yılın bazı yaraları bugün dahi kapanmış değil ve tam iyileşeceği de tahmin edilmiyor.

bana bu konuda (yani mısır'ın cezayir olup olmayacağı hakkında) soru sorulduğunda, cezayir senaryosunu uzak gördüm ve görüşümü birçok etkene dayandırdım. o etkenlerin başında rejimin yapısı, toplum ve ülke coğrafyasının durumu ve oradaki islamcı hareketin niteliği geliyor. mısır’da 25 ocak (2011) devrimi sonrası kurulan rejim ile ordu ve emniyetin cezayir devleti üzerindeki hegemonyası arasında bir karşılaştırma yapılamaz. üstelik nil sahilinde şekillenen mısır karakterinin aksine cezayir’in çöl karakterine, şiddet ve çabuk reaksiyon gösterme özelliği damgasını vuruyor. ayrıca cezayir’in çete savaşlarının uzaması için elverişli sayılan dağlık ve ormanlık coğrafyası ile mısır’ın savaşçılara sığınak sağlayamayacak düz coğrafyası arasında da karşılaştırma yapılamaz.

bunlara ilaveten; tarihi derinliğine rağmen cezayir’deki modern islami yayılmanın örgütsel çerçevesi, 80’lerin sonunda islami davet birliği ile beraber oluştu. fis, o birlikten neşet etti.

yani söz gelimi ihvan (müslüman kardeşler) hareketinin seksen yıllık ömrü açısından bakıldığında, mısır’daki kurulu yapının aksine cezayir’deki islami hareketin, bir kurucu çerçevesi ve kendisini ifade eden fikri geleneği mevcut değil.

tüm bu sebeplerden ötürü, cezayir’in yaşadığı sert savaş deneyiminin mısır’da tekrarlanması ihtimalini uzak görüyorum. iktidar şiddetinin, kendi tepkilerine hakim olamayan bazı gençlerin yapacağı bir başka şiddeti doğurması ihtimalini yakın görsem bile böylesi bir şiddetin dahi, toplumsal bir olgu oluşturmayan bazı hadiselerde görülebilecek sınırlı çerçevede kalması muhtemel veya ben öyle olmasını arzuluyorum.

-2-

romanya’da 1989 yılında patlak veren, devlet başkanı nikolay çavuşesku yönetiminin devrilip onun ve eşinin idamına yol açan devrim sonrası yaşananlar ile mısır’ın 25 ocak devriminin ardından yaşadıkları arasında ortak paydalar var olsa da romanya modelini de uzak görüyorum. mısır ile soğuk savaş romanyası’nın arka planı aynı. zira güvenlik organlarının gücü ve büyüklüğü iki ülkede de benzer. oradaki ‘securitate’ (gizli polis teşkilatı), mısır’daki devlet güvenlik organından pek farklı değildi. emniyetin, her dört romanyalıdan en az birini içine yerleştirdiği söylenirdi. mısır’da romanya’dakine benzer rakamlara sahip değiliz fakat emniyetin kollarının, mısır devletinin bütün eklemlerine yayıldığını biliyoruz.

tunus ve suriye’de yaşandığı üzere devrimin kıvılcımı, sidi buzid ve dera’da patlak verdi ve ardından her iki rejime yönelik öfke devriminin başlamasıyla kıvılcımlar ülkelerin dört bir yanına yayıldı. romanya’da da böyle bir süreç yaşandı. temeşver kenti, iktidarın sürgün etmek istediği muhalif bir rahiple dayanışma içine girerek isyan etti. ordudan göstericilerin üzerine ateş açması istendi ancak romen ordusu, çavuşesku rejimine karşı ayaklanan ve meydan okuyan halkın yanında yer aldı. bu durum, çavuşesku’nun düşmesi ve idam edilmesiyle sonlandı.

yalnız sonrasında gösterilerin yapılması ve üçüncü bir tarafın (mısır’da da bir benzeri ortaya çıktı, gizlendi ve şu ana kadar hiçbir izine rastlanmadı) ateşiyle kaos yayıldı. sonrasında anlaşıldı ki bütün karışıklıkların arkasında, önceki rejimin emniyet güçleri ve kalıntıları var. böylesi bir atmosferde ufukta ulusal kurtuluş cephesi belirdi. cephe bir anda ortaya çıktı, rejimi geri almak ve ülkeye sükûnet getirmek için yeni hükümeti kurdu. sonrasında cephe yönetimi ve unsurlarının, aslında gölgede oturarak durumu uzaktan takip eden önceki rejim adamları olduğu anlaşıldı.

iktidarın farklı mevkilerine yayılmış kolları kanalıyla ülkenin krize sürüklenmesinde katkıda bulunmaları sonrası kendilerini kurtarıcı olarak sundular. sonuç ise rejimin eski adamlarının ikinci kez önceki mevkilerine gelmeleri oldu. bu kez kendilerine istikrar ve ekonomik canlanma vaat edilen halkın çoğunluğunun desteğiyle geldiler. yeni/eski liderler sonraki yıllarda oyların çoğunluğunu aldı ve şu ana kadar hâlâ iktidarın dümenini ellerinde tutarken romanya aynı kaldı. çavuşesku rejiminin düşmesinden yaklaşık çeyrek asır sonra bile ülke değişmedi. çavuşesku’nun ‘kalıntıları’ rejimi teslim aldı, güvenlik organlarını muhafaza ettiler ve avrupa’nın en fakir ikinci devleti konumunu korudular.

ilk bakışta romanya senaryosunun mısır’da uzak ihtimal olduğu görülür. gerçi mısır’daki güvenlik organları, halen eski rejime bağlılığını muhafaza ediyor. kimi siyasi muhalif güçler, darbe sonrası rejimiyle köprüler kurdu. üstelik derin devletin, ülkede kaosu yayma veya insanların hayatını bulandıran krizleri körükleme noktasında oynadığı rol gayet açık.

romanya senaryosunu uzak görmem, bazı partilerin düştüğü duruma düşmeyen mısırlı gençler ve vatansever toplumdaki güvene dayalı. ayrıca islami cemaatler de hüsnü mübarek dönemi boyunca baskı ve zulme maruz bırakıldıkları halde halen görmezlikten gelinemeyecek bir ağırlığa sahip.


müslüman kardeşler cemaati dışındakilerin de oyunu alan mursi'nin devrilmesine, mısırlılar çoğu tepki gösteriyor. [afp]

-3-

geriye önümüzde mısır’da uygulanabilmesinden endişelendiğim türk modeli kaldı. ufukta türk modelinin aday olduğu mesajı veren ve hafife alınmaması gereken işaretler var. türk modelinden kastım ise ordunun siyaset sahnesinde güç unsuru haline gelmesidir. nitekim türkiye'de ordu, rolünü sadece vatanı korumak için değil aynı zamanda iç siyasi şartları kontrol altına almak ve bir tür sorumluluğa temas etmek için oynuyordu.

öncelikle türkiye’de ordunun ülkeyi işgalden ve birinci dünya savaşı sonrası çökmekten kurtarması açısından oldukça özel bir konumunun olduğuna atıf yapabilirim. sonrasında ordu, cumhuriyeti kurdu ve osmanlı imparatorluğu sayfasını kapattı. bu durum, ordunun toplumun selametinde inkar edilemez katkıları bulunduğu anlamına geliyor.

mevzu bahis arka plan, orduyu sadece ülkenin sınırları ve güvenliğinin değil cumhuriyet rejiminin ve rejimin dayandığı laik ilkelerin de bekçisi konumuna getirdi. ordu, cumhuriyet rejiminin bekçiliğini öngören anayasal metin sebebiyle kendisini devletin üzerinde vesayet sahibi olarak gördü. bu bağlamda 1960, 1971, 1980 ve 1997’de dört darbe gerçekleştirdi. darbelerin sonuncusu (yani 28 şubat 1997 tarihlisi) beyaz darbe olarak görüldü ve post-modern darbe diye tanımlandı. birazdan o darbeden bahsedeceğiz.

türkiye’deki tüm darbelerin gerekçesi her zaman, cumhuriyet rejiminin ilkelerini savunarak ülkeyi siyasi güçler arasındaki çekişmelerin etkileri ve bölünmelerinden sakınmak, dolayısıyla partilerin ülkeyi yönetmedeki acizliğini protesto ederek iç barışı korumaktır. 1923 yılında cumhuriyet rejimi kurulduğundan itibaren 1924, 1961 ve 1982 yıllarında çıkarılan üç anayasayı da asker kolladı.

ordunun topluma karşı uyguladığı vesayetin ülkedeki bütün anayasalarda kural olarak yer almasına rağmen son anayasa daha tehlikeliydi. 1982 anayasası, askerin devletin farklı kurumlarına ve eklemlerine nüfuz etmesini yasalaştırdı. farklı siyaset, medya, yargı ve kültür faaliyetleri üzerinde asker hakimiyetini kurdu. istanbul üniversitesi’nin, ülkede demokrasinin kazanılmasındaki rolünü takdir etmek amacıyla, askeri darbenin komutanı general kenan evren’e tüm türk üniversiteleri adına hukuk doktorası ve fahri profesörlük vermesi ironikti. 

bu hâl uzun sürmedi. zira son anayasa 1982’de kabul edildikten bir sonraki yıl, aynı anayasa çerçevesinde parlamento seçimleri düzenlendi. seçimler, ılımlı anavatan partisi’nin ilk sırayı kazanmasıyla sonuçlandı. o gelişme, askerin rolünün sarsılmasına yol açtı. askerin etkisi, seçimlere yüzde 92’inin üzerine çıkan büyük katılımının etkisiyle azaldı.

yeni başbakan turgut özal, 1989 yılında cumhurbaşkanı seçilene kadar askerin vesayeti gölgesinde ve onlarla çatışmaksızın çalıştı. bu dönem zarfında siyasi liderlerin üzerindeki yasak kalktı ve siyasal islam türk sokaklarındaki nüfuzunu tekrar geri aldı; islamcı partinin adayları 1994 belediye seçimlerini ve ardından 1995 parlamento seçimlerini kazandı.

islamcı refah partisi’nin doğru yol partisi ile ittifak kurması, refah partisi lideri necmettin erbakan’ın 1997’de başbakan olmasını sağladı. ordu, erbakan'ın başbakanlığını, aşılmasına göz yumulmayacak bir kırmızıçizgi olarak gördü. erbakan’ı kuşatmak, deneyimini bitirmek ve sınırsız bir şiddet ve sertlikle uzaklaştırılmasına çalışmak için tüm olanaklarını seferber etti.

dr. tarık abdulcelil’in türkiye’de asker ve anayasanın yapısı ile ilgili kitabı (türkiye’de asker ve anayasa, 2012), yukarıda anlattığımız deneyimi ayrıntılı şekilde izah ediyor ve erbakan’ın iktidardan uzaklaştırılma hikayesini aktarıyor. uzaklaştırmanın son iplikleri, dokuz saat süren milli güvenlik konseyi (mgk) toplantısında dokundu. toplantıda sayın erbakan’a görevinden istifa etmesi ve o ana kadar tüm yaptıklarını silmesiyle son bulan uyarı ve talepler yöneltilmişti. hatta günümüzde ötekinin diliyle ‘islamlaşma’ veya ‘ihvanlaşma’ sürecinin sonucu olarak değerlendirilen dindar insanların, ordudan temizlenmesi de bu taleplerdendi.

-4-

daha sonra yaşananlar, mısır’daki son darbeye bel bağlayan bazılarınca tekrar edildi. söz konusu şahıslar, dr. muhammed mursi ve ekibine mısır askeri yönetimi eliyle yapılanları, türkiye’de askerin erbakan’a yönelik tutumuna benzettiler. ilkinin azli ile ikincinin istifaya zorlanmasını karşılaştırdılar. yalnız darbeden sonra yaşananlar daha önemliydi. zira erbakan’ın iktidardan uzaklaştırılmasından, başta abdullah gül ve recep tayyip erdoğan olmak üzere, bazı arkadaşlarınca dersler çıkarılmıştı. o iki isim, adalet ve kalkınma partisi (akp) adıyla yeni bir parti kurdular. partiyle birlikte fikirlerini ve projelerini geliştirdiler. kendilerini iktidara getiren büyük bir çoğunlukla kazandıkları 2002 seçimlerine girdiler. ilki cumhurbaşkanı oldu, ikincisi başbakan. parti hâlâ halk desteğine sahip ve şu ana kadar da başarılarını sürdürdüler.

akp hükümetinin yaptığı en önemli şey, sonunda ordunun siyasetteki gücünü kırmasıdır. hükümet, orduyu tedrici şekilde hareket ve karar alma sahasından çıkardı. bununla da yetinmeyip sonunda ordunun rolünü türkiye’ye yönelik dış saldırıya karşı koymakla sınırlandıran yasa tasarısını parlamentoya sundu. bu yasa, ordunun atatürk cumhuriyetini koruduğu ve bunu siyasi rejiminin bekçisi olma sorumluluğuyla gerekçelendirdiği yetmiş yılı (!) sonlandıran, bitirici bir darbe sayılmaktadır.

türkiye’deki bu gelişmenin, mısır’daki ordunun ulusal görevini yerine getirmek ve devrimin taleplerini korumak için dr. muhammed mursi’yi azletme kararını açıkladığı aynı hafta içinde yaşanması ironik. türk ordusunun siyasetten çıktığını görürken mısır ordusunun aynı zaman zarfında siyasete girmesine tanık olmak bana şu soruyu hatırlattı: acaba mısır’da ordu siyasetin dışına çıkabilir mi? ve mevcut uğursuzluğu dağıtmamız için daha kaç yıla ihtiyacımız var? 

fehmi hüveydi, mısırlı yazar ve düşünür.

bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve al jazeera’nın editöryel politikasını yansıtmayabilir.

Fehmi Hüveydi

mısırlı gazeteci ve yazar. 1937 yılında dünyaya geldi. kahire üniversitesi hukuk fakültesi'nden mezun oldu.  Devamını oku

Yorumlar

Bu sitede yer alan içerikler sadece genel bilgilendirme amacı ile sunulmuştur. Yorumlarınızı kendi özgür iradeniz ile yayınlanmakta olup; bununla ilgili her türlü dolaylı ve doğrudan sorumluluğu tek başınıza üstlenmektesiniz. Böylelikle, Topluluk Kuralları ve Kullanım Koşulları'na uygun olarak, yorumlarınızı kullanmak, yeniden kullanmak, silmek veya yayınlamak üzere tarafımıza geri alınamaz, herhangi bir kısıtlamaya tabi olmayan (format, platform, süre sınırlaması da dahil, ancak bunlarla sınırlı olmamak kaydıyla) ve dünya genelinde geçerli olan ücretsiz bir lisans hakkı vermektesiniz.
;