Haber analiz

ABD'de başkan olmanın bedeli

Seçim kazanmak için eski günlerde iyi bir konuşmacı olmak ve güçlü vaatlerde bulunmak yetiyordu; artık bunlara ek olarak çok büyük finansal destek gerekiyor.

Konular: Amerika
Citizens United kararını protesto eden göstericiler.
Citizens United isimli STK'nın Federal Seçim Komisyonu'na açtığı davanın sonucu 'super PAC' ismiyle bilinen siyasi eylem komiteleri ortaya çıkmıştı. [democracynow.org]

abd’nin striptiz kulüplerinin başkenti florida’nın tampa şehrinde, cumhuriyetçi parti ulusal kurultayı'nın yapıldığı sırada, 6 kasım 2012’deki başkanlık seçimi, ülkede bugüne kadar düzenlenen seçim kampanyalarında en çok para harcananı olarak şimdiden tarihe geçti.

abd federal seçim komisyonu’na göre, cumhuriyetçi ve demokrat adayları başkanlık koltuğuna oturtmak için harcanması beklenen toplam meblağ 11 milyar dolar olarak tahmin ediliyor. yani en son 2008’de yapılan seçimlerde harcananın yaklaşık üç katı.

isaac kasırgası'nın tehdit ettiği tampa koyu’nda, 50 eyaletten gelen dört binin üzerindeki cumhuriyetçi delege eşliğinde mitt romney’nin adaylığı resmen 28 ağustos’ta açıklanırken, partinin adayının kim olacağını herkes zaten biliyordu.


wall street'ten gelen mitt romney, eğer seçilirse gelmiş geçmiş en
varlıklı başkan olacak. [reuters]

al jazeera’ye konuşan ve eskiden ulusal kurultayların, partilerin hedeflerini sergilemeleri için yegane politik platformlar olduğunu belirten gazeteci matt taibbi, bugün ise bu işin daha çok kapalı kapılar ardından yapıldığını söylüyor. ayrıca günümüzde karşılaştıklarımızın büyük ‘pazarlama sunumları’ olduğunu ve adaya bir etki vermek için ‘partinin markalaşması’ amacı taşıdığını ekliyor.

ekonomik krizin başlamasının üzerinden dört sene geçerken, abd’de işsizlik oranı yüzde sekizin altına inmedi. cumhuriyetçilerin kendilerini pazarlama taktiği ise ‘küçük işletmelerin küçük hükümeti’ olarak dillendiriliyor.

aksi yöndeki tüm söylemlere rağmen, hem demokratların, hem de cumhuriyetçilerin ulusal kurultayları ödenen vergilerle yapılıyor ve her kurultayın maliyeti yaklaşık 70 milyon dolar civarında. sendikal örgütlenme çalışanı ve yazar bill fletcher, bunların birer ‘gösteri’ ve yapılanın bir çeşit ‘brokerlık’ olduğunu belirtiyor. yapılan anlaşmalar ise geçmişteki gibi siyasi bir platform bulma amacını değil, özel taraflar ile yapılan bağış toplama etkinliği için uygun ortam sağlama hedefini taşıyor.

‘super pac’ler

son on beş yılda abd, adayların başkanlık seçim kampanyalarında ne kadar harcayabileceklerine bir üst sınır getiren kamu harcamaları ile fonlama sistemini büyük ölçüde terk etti. buna ek olarak, son birkaç yılda yüksek mahkeme’den dönerek uygulamaya konamayan bazı yasaların başarısızlığı sonucunda da artık kampanya harcamaları neredeyse tamamen kontrol dışı. her ne kadar bireylerin doğrudan yapabileceği bağış miktarı üzerinde sınırlamalar bulunsa da, yüksek mahkeme’nin 2010’da aldığı ve ‘citizens united vs. federal seçim komisyonu’ ismiyle bilinen karar, dışarıdan yapılabilecek harcamaların önünü açtı. buna göre şirketler, sendikalar ve bireyler ‘super pac’ler (süper siyasi eylem komiteleri) olarak anılan gruplara sınırsız bağış yapabiliyor.

bir başkan adayının kampanyası tarafından doğrudan koordine edilmediği sürece bir adayı destekleyici ya da ona karşıt reklamları televizyon ve benzeri mecralara yayımlamak ve bu amaçla sınırsız bağış toplamak mümkün. diğer bir deyişle, 1947 yılında taft-hartley yasası ile şirketlerin ve sendikaların başkan adaylarının siyasi kampanyalarına bağışta bulunmalarını yasaklayan ve halen yürürlükte olan düzenleme, ‘super pac’ler yüzünden kanunda oluşan boşluğu engellemede yetersiz kalmış ve bu boşluk da yaklaşan seçimlerde benzeri görülmemiş bir şekilde değerlendirilmiş durumda.


american crossorads gibi 'super pac'ler, destekledikleri tarafın ismi-
ni vermeden, diğer tarafı yeren propaganda faaliyeti yürütebiliyor.
[american crossroads, youtube]

bu kararın mimarı james bopp, al jazeera’nin, siyasi paranın demokrasi için faydalı olup olmadığı sorusuna şöyle yanıt veriyor: “kampanyalarda toplanan ve harcanan paralar üzerine sınırlamalar koyarsanız, aynı zamanda aktarılmak istenen mesajı da sınırlarsanız. işte bu yüzden, daha fazla mesajı aktarma, daha fazla insanın sesini duyurma şansı bulması amacıyla, bu işte daha fazla para harcanabilmesi taraftarıyım.”

2004 yılındaki seçimde nereden geldiğinin saklı tutulabilmesi yasalar uyarınca mümkün olan meblağ, toplam harcamaların yüzde ikisi civarındaydı. bugün ise bu oran yüzde 40’lara ulaşmış bulunuyor. kasım 2012’deki seçim öncesi bağışçıların sayısı ve yaptıkları katkıdaki oranları da çarpıcı. tepedeki sadece 2100 bağışçı, geri kalan iki buçuk milyon bağışçıdan daha fazla katkıda bulunmuş durumda.

neticede ortaya çıkan tabloda, varlıklı bireylerin bu yöntem ile yaptıkları bağışlar, başkan adayının kampanyasının koordinasyonunda olmasa bile bilgisi dahilinde değerlendiriliyor; bu da karşılığında adayın seçilmesi durumunda kimi birey ya da gruplara fayda getirecek bir çıkar ilişkisine dönüşüyor. bir nevi ‘al gülüm ver gülüm’ durumu oluşuyor.

başkan adayına desteğin maliyeti

giderek artan bu tip dışarıdan harcamalar, 2008 yılındaki miktar olan 300 milyon doların şimdiden üzerine çıkmış durumda. al jazeera’nin, “sadece bir noktaya odaklanan çıkar gruplarının reklamları, diğer konularda hassasiyetleri olan insanların görüşleri üzerinde orantısız bir etki oluşturmaz mı?” sorusuna, cumhuriyetçi parti’ye destek veren american crossroads ‘super pac’inden jonathan collegio şöyle yanıt veriyor: “sizce sendikaların yaptığından daha fazla etki eder mi? amerikan demokrasisi bu şekilde işliyor. farklı çıkar grupları, kendi çıkarlarını desteklemek için çaba gösteriyor ve böylece bir netice elde ediliyor. bu da amerikan demokrasisinin bir parçası.”

büyük bağışçıların, kampanyalara küçük bağışçılara göre daha büyük miktarlarda katkı yapması, bir şekilde bu kişilerin çıkarlarının daha fazla gözetilmesi anlamına gelebiliyor. collegio, böylesi bir çıkar ilişkisinin kurulmasının tehlikesine karşılık olarak, “bu insanları sansürlemek mi istiyorsunuz? inandıkları bir dava için para harcamalarına engel mi olacaksınız?” diye yanıt veriyor ve ekliyor: “alternatifi belli. ya insanların bilgi vermesini özgür bırakırsınız ya da bunu düzenlemeye kalkıp insanları sansürlersiniz.”

seçimlerde ve kamu politikalarının belirlenmesinde paranın ve lobicilik faaliyetlerinin etkisini ölçen washington merkezli bağımsız sivil toplum kuruluşu center for responsive politics’den sheila kurmholz durumu şu şekilde açıklıyor: “kampanya finansmanı ve bunun üzerine dönen tartışmalar öyle bir noktaya indirgenebilir ki, bir tarafta konuşma özgürlüğü gibi temel hak ve özgürlüklerimizin kollanması, diğer tarafta da sistemin yolsuzluktan ya da yolsuzluğun belirmesinden korunması var.”

önümüzdeki kasım ayındaki seçim, yüksek mahkeme’nin ‘super pac’leri serbest bırakmasından bu yana ilk olacak. düzenlemenin nasıl bir etki yaratacağı, iki partide de dikkatle izleniyor ve taraflar şimdiden bir yargıya varmaktan kaçınıyor.

aşırılıklar çağı

öte yandan, ‘mortgage’ krizinden sonra kurulan çay partisi hareketi'nin (tea party movement) en büyük eleştirisi devletin ekonomi üzerinde hâlâ çok fazla gücünün bulunması. milyardere acıyın (pity the billionaire) kitabının yazarı thomas frank’e göre devlet, halen gidip bir bankayı batmaktan kurtarabiliyor. hareketin bakış açısına göre batan batmalı ve devlet onları kurtarmamalı. frank, bu mesajın çok kuvvetli olduğunu belirtiyor ve barack obama’nın bu güçte bir mesajı asla veremediğini ekliyor. yazara göre piyasalar gerektiği kadar regülasyondan arındırılmadı; bu yüzden bu tip sorunlar ortaya çıkıyor. regülasyonun tamamen ortadan kalkması sonucunda her şeyin normale döneceğini düşündüklerini söylüyor.

cumhuriyetçi parti’ye yakın olan ve 2010’daki ara seçimde partinin başarısında büyük bir rol oynayan americans for prosperity isimli baskı grubu, şu ana dek obama’nın tekrar seçilmemesi için mesele/konu odaklı reklamlara yaklaşık 31 milyon dolar harcadı. kurumun başkanı tim phillips, ödeneği nereden buldukları sorusuna, “bireylerden, derneklerden ve şirketlerden” karşılığını veriyor. hedeflenen şeyin ne olduğuna ise “iyi bir hükümet; daha küçük ve daha az vergi toplayan, daha az harcama yapan, daha az denetleyen bir hükümet” şeklinde yanıt veriyor. phillips, bu hedefleri saklamadıklarını, her şeyin ortada olduğunu belirtirken, bağışçıların isimlerini vermekten ise kesinlikle kaçınıyor.

thomas frank’e göre, tabandan yayıldığı iddia edilen çay partisi hareketi'nin aslında tabanla hiçbir alakası yok. bütün finansman bu tip kuruluşlar aracılığıyla yapılıyor ve aslında arkasında çok varlıklı bireyler var. örneğin, americans for prosperity, cumhuriyetçi parti ulusal kurultayı’nın yapıldığı mekanın hemen yakınında david koch şerefine özel bir parti verdi. koch kardeşler, petrokimya alanında birçok şirketin sahibi olan milyarderler. kardeşler, obama’nın yeniden seçilmesini önlemek için şu ana dek 400 milyon dolardan fazla harcadı.

mitt romney de benzer bir geçmişten geliyor. kurucularından biri ve eski ceo’su olduğu bain capital özel sermaye şirketi, şirket devralma ve yeniden yapılandırma konularında uzman. romney’nin resmen cumhuriyetçi parti’nin başkan adaylığını kabul ettiği konuşmasını bitirdiğinde mikrofon uzatılan koch, çok mutlu olduğunu ve romney’nin amerika için iyi işler başaracağını söylüyor. bu seçim süreci için ne kadar para harcadığı sorulunca ise yorum yapmaktan kaçınıyor.

değiştirilen taraflar

yaz boyunca romney’nin kampanyası, başkan obama’nınkinden 75 milyon dolar daha fazla bağış topladı. cumhuriyetçi adayın en büyük destekçileri ise 2008 yılında obama’ya destek veren ama şimdi taraf değiştiren wall street zenginleri.  mitt romney’nin bizzat wall street’ten gelmesi bunda önemli bir etken.

değişen taraflar sadece partilerin bireysel destekçileri değil. seçimin sonucunu doğrudan etkileyecek eyaletler de taraf değiştirenler arasında. kuzey carolina da bunlardan bir tanesi. işsizlik oranının ülke ortalamasının çok üzerinde olduğu bu eyalette aynı zamanda abd’nin ikinci en büyük finans kenti charlotte bulunuyor. bank of america’nın merkezine ev sahipliği yapan şehir, güney wall street olarak da anılıyor. bütün bunların ışığında demokrat parti ulusal kurultayı, abd’nin bir sonraki başkanının kaderini etkileyecek bu şehirde yapıldı.

çalışan ve emekçi kesimin partisi olduğunu ispatlamak amacıyla demokratlar, kurultay organizasyonunda, büyük şirketlerin ve banka kurtarma operasyonundan fayda görenlerin yaptıkları bağışları kabul etmeyeceklerini açıkladılar. bunun yerine ise organizatörler, new american city fonu isimli bir stk aracılığıyla onlarca milyon dolar bağış toplayıp, hem etkinlik giderleri, hem de çalışanların maaşları gibi masrafları karşılayabiliyorlar. demokratlar bu kurumsal sponsorların isimlerini kurultay bitene kadar açıklamama kararı almış olsalar da, şirketlerin bir kısmı kendilerini açığa çıkardı. şehrin her yanında wells fargo, coca cola ve tabii ki bank of america’nın izleri görülüyor.

bank of america’nın durumu ayrı bir hassasiyet oluşturuyor. 2008 yılında patlayan ekonomik krizde ‘en büyük kötü’ olarak görülen bu banka, vergi mükelleflerinin ödediği paralardan aktarılan 45 milyar dolarlık bir paket ile kurtarılmıştı. bunun ardından ise banka, kendisinden konut kredisi almış binlerce kişinin evlerine sahte evraklarla el koymuştu. bank of america’nın sembolik özelliği ise kriz sırasında banka kurtarmalarda sıkça tekrar edilen ‘too big to fail’ (kaybedemeyecek kadar büyük) sözüyle nitelendirilen en büyük örnekti. yani cömert bir hükümet yardımı olmasaydı, bu banka nihai olarak batacaktı.


obama'nın kampanyası kendisine destek veren 'super pac'leri
kabul etmediğini söylese de, demokratlar için davet ve etkinlik
düzenleyen süper siyasi eylem komiteleri mevcut. [reuters]

obama yönetimine getirilen en büyük eleştirilerden bir tanesi, kanunları, wall street zenginlerine karşı uygulamada başarısız olması ve ‘kurtarılan’ birçok zenginin, zamanında işledikleri cürümlerden dolayı hesap vermeden işin içinden çıkmalarıydı. bu da seçmen üzerinde, sistemin hileli işlediği izlenimi oluşturuyor. ortaya çıkan tablo, abd’nin en büyük iki partisi arasında seçim yapmanın, aslında seçmene resmedildiği kadar iyi bir şey olmadığı sonucunu getiriyor. charlotte’taki bank of america genel merkezi önündeki göstericilerden lauren digioia, iki ana partinin birbirinden daha iyi olmadığını, ikisinin de şirket sermayesi tarafından finanse edildiğini ve seçmenlerin bir nevi ehvenişer seçimi yapma durumuna sürüklendiklerini belirtiyor.

obama’nın kampanya danışmanı robert gibbs, demokrat parti ulusal kurultayı sırasında al jazeera’nin, şirketlerden gelen bağışların bu seçimlerde oynadığı rol konusunda ne düşündükleri sorusuna, ‘pac’ ya da özel çıkar gruplarının bağışlarını kabul etmediklerini söylüyor. şirket parası alıp almadıkları sorulunca ise kampanyaların, şirketlerden doğrudan gelen paraları kabul etmelerinin yasadışı olduğunu belirtiyor. ancak gibbs,  kampanyaları desteklemek amacıyla kurulan stk’lar aracılığıyla gelen bağışları kabul konusunda ise yaptıklarının, cumhuriyetçilerin yaptıklarının yanında hiç olduğunu vurguluyor.

bill fletcher’a göre bunun ne anlama geldiği açık: “abd’deki siyasi sistem, açık bir şekilde plütokrasiye dönüşmüş durumda.” yani varlıklı olanların çıkarları doğrultusunda işleyen bir yönetim sistemi.

kaynak: al jazeera

Yorumlar

Bu sitede yer alan içerikler sadece genel bilgilendirme amacı ile sunulmuştur. Yorumlarınızı kendi özgür iradeniz ile yayınlanmakta olup; bununla ilgili her türlü dolaylı ve doğrudan sorumluluğu tek başınıza üstlenmektesiniz. Böylelikle, Topluluk Kuralları ve Kullanım Koşulları'na uygun olarak, yorumlarınızı kullanmak, yeniden kullanmak, silmek veya yayınlamak üzere tarafımıza geri alınamaz, herhangi bir kısıtlamaya tabi olmayan (format, platform, süre sınırlaması da dahil, ancak bunlarla sınırlı olmamak kaydıyla) ve dünya genelinde geçerli olan ücretsiz bir lisans hakkı vermektesiniz.
;