Görüş

‘Filistin devleti’ tutumu hakkında

Filistin'in BM başvurusu, Filistinli tüm tarafların mutabık olduğu bir girişim değil.

Obama ve Netanyahu.
Filistin meselesinin çözümsüzlüğünde ABD'nin katkısı büyük. [Reuters]

filistin yönetiminin birleşmiş milletler’e (bm) üyelik talibinde bulunma çabasına değinen yazılar, çeşitli analiz ve tutumlarla dolu. bu analiz ve yorumların bir kısmı bu tür bir adımı, çekişmeyi ileri taşıması, israil ve amerika birleşik devletleri’ni (abd) köşeye sıkıştırması temelinde destekliyorlar. bir kısmı da bu tür bir adımın filistin’in büyük parçasının işgalini meşrulaştırması ve mültecilerin haklarını kaybettirmesinin yanı sıra, üzerinde iyi çalışılmamış ve aceleye getirilmiş olduğunu düşünerek karşı çıkmaktalar.

her tarafın doğal olarak kendi hukuki veya siyasi gerekçeleri ve güçlü kanıtları var. burada taraflardan birinin bu adıma yönelik tutumunda doğru bir kanaate sahip olduğunu dillendirmek adil olmaz. yalnız burada filistin cephesinde bu adıma itiraz edenler, bunu ramallah yönetiminin bazı liderlerinin açıkladığı üzere, amerikan ve israil tutumuyla tutarlı olmak için yapmadıklarını belirtmek kaçınılmaz. ayrıca bm’de bu çabanın başarılı olması yönünde hareket edenleri de filistin sorununu bitirmek için bunu yapmakla suçlamak hakkaniyete sığmaz.

gerçekçi olalım. filistin sorunu 20. yüzyılda en çözümsüz sorun olabilir. 21. yüzyılda da hâlâ öyle. bu çözümsüzlüğün bir yönü, batı’nın ve bm’nin açık ve skandal derecede işgal devleti yanlılığından kaynaklanıyor. hatta bizler bugün israil yanlılığının yeni bir türünü yaşıyoruz. abd başkanı’nın kendisi, abd ve israil’in çıkarları için filistin devletinin kurulması gerektiğini belirtiyorsa ve ardından siyonist lobi kendisi ve keza beraberindeki askeri, sivil ve istihbarat kurumlarını abd’nin güvenlik, aktif ve stratejik çıkarlarını görmezden gelmeye zorluyorsa bu durum çözümsüzlüğün ve filistin sorununun sahiplerinin karşılaştığı zorluğun boyutunu gözler önüne seriyor.

çözümsüzlüğün kaynakları

burada filistin çabasının hukuki ve teknik ayrıntılarına girmek istemiyorum. zira bu konudaki hukuki anlaşmazlık (destekçi veya muhalif) her iki tarafa da sağlam bir gerekçe vermekte, ihanet veya işbirçilik damgasını yemekten kurtarmaktadır. ancak ben burada bazı hukuki ve usule ilişkin noktalara yoğunlaşmak istiyorum. bu noktalar filistin yönetiminin ve filistin kurtuluş örgütü’nün (fkö) çabasına dönük endişeyi haklı kılıyor. hem burada suçlamalarda bulunma pozisyonunda değiliz. 

kanımca bu meseledeki en tehlikeli nokta, filistin yönetimi ve fkö’nün başını çektiği gruba olan güvenle alakalıdır. yani filistin-israil müzakerelerinin yirmi yıllık deneyimi, bu grubun kendi müzakerelerindeki kırmızıçizgileri tanımadığını, sorunun değişmezlerine önem vermediğini ve yolda beliren her çetin engeli (yani değişmez sayılan filistin hakkını) aşmak için geri plandaki kanalları açmakta tereddüt etmediğini gösteriyor. 

1993’teki gizli oslo müzakerelerinde ve çıkmaz yola girdiği söylenen madrid müzakerelerinde bunu gördük. ayrıca son olarak al jazeera belgelerinin ortaya çıkardığı üzere, filistinli müzakerecinin gece gündüz dokunulmayacak veya üzerinde pazarlık yapılamayacak değişmezler olduğunda ısrar ettiği her şeyden ödün vermeye hazır oluşunda da müşahade ettik. fakat örtü açıldığında mülteciler sorununun, sınırların, batı şeria’nın tamamının, kudüs’ün ve hatta haramü şerif üzerindeki egemenliğin dahi değişmezlerden olmadığını gördük.

ayrıca bu durumu fkö yürütme komitesi gizli sekreteri yaser abdu rabbuh’un açıklamalarında da izledik. rabbuh, yakın bir geçmişte siyonist devletin 1967’de işgal edilen topraklar üzerinde bir filistin devletini kabul etmesi halinde, devletlerinin ‘yahudiliğinin’ tanınabileceğini ima etmişti. yine ramallah’taki yönetimin başkanı mahmud abbas’ın açıklamalarında da bunu gördük. abbas aylar önce açıkça mülteciler sorununun israil’in aleyhine olmayacağını belirtmişti. bir başka ifade ile abbas mültecilerin 1948’de işgal edilen vatanlarına dönme hakkından ödün verdi. üstelik israil yanlısı uluslararası meşruiyet dahi filistinlilere bu dönüş hakkının yanı sıra tazminat hakkı da verdiği halde...

bu bağlamda abd ve batı’nın sıkıntısını gidermek, abd’yi veto kullanma çıkmazından veya güvenlik konseyi’nde filistin talebini reddedecek dokuz oy bulma sıkıntısından ‘kurtarmak’ için filistin yönetiminin, batılı baskılara olumlu yanıt vermesine ve üyelik talebini güvenlik konseyi yerine bm genel kuruluna sunmaya çalışmasına yönelik tam bir endişe söz konusu. abd, dünyanın kendisine yönelik öfkesini arttıracak, ‘ikiyüzlülük’ ve israil’e ‘boyun eğme’ suçlamalarını, savunulması zor konular kılacak vetoya başvurmaktan kaçınma arzusunda. oysa bir yıl önce bu ülkenin başkanı birlemiş milletler’e üye bir filistin görmek istediğini resmen açıklamıştı.

filistin yönetiminin, güvenlik konseyi’nde beklenen başarısızlık halinde (veya sonrasında) güvenlik konseyi’ne değil de genel kurul’a yönelmesi, vatikan devletinin statüsü gibi filistin’in bm’ye üyelik almamış tanınmış bir devlet olacağı anlamına gelecek. doğal olarak bu satırları filistin üyelik talebi öncesi yazıyorum ve bu talebin 23 eylül’de yapılması öngörülüyor.


filistin'in bm'ye üyeliği, diasporadaki 
mültecilerin haklarını tehlikeye sokabilir.
[l a u r a, flickr]

tek taraflılık

bu konuda endişe verici bir diğer mesele de ramallah grubunun kabul edilebilir bir program için minimum düzeyde bir filistin uzlaşını sağlamaya çalışmaksızın bm’ye gitmesi. filistinlilerin kopuk vaziyette new york’a gitmesi israil’e ramallah grubunun bütün filistinlileri temsil etmediği yanı sıra, gazze şeridinde hiçbir etkiye sahip olmadığı iddiası için gerekçe sağlayacaktır. malesef ramallah grubu hâlâ filistin sahnesinin diğer oluşumlarını dikkate almaksızın filistin’in geleceğini yönlendirme noktasında tek isim olmakta ısrar ediyor.

aynı bağlamda bu filistin adımı, arapların içlerine kapanması gölgesinde gerçekleşiyor. bu da arap etkinliğini zayıflatabilir. gerçi bu durum filistin eğilimini destekleyenlerin, ‘arap baharı’ filistin tutumu için yük değil, kaldıraç olabileceği yollu bakış açılarıyla da çelişmemekte.

üçüncü bir konu da bugünkü filistin yönetiminin meşruiyetinin kaynağı olarak görülen fkö’nün hukuki temsil sıfatının kalkmasına dayalı ihtimalle ilişkilidir. fkö, 1974’ten bu yana bm’de ‘gözlemci’ statüsüne sahip. bu durum kendisine ‘filistin halkının temsilcisi’ olarak tanınması kadar oy kullanma yetkisi vermiyor. 

şimdi bm’de (üye devlet olsun veya olmasın) filistin devletinin tanınması, temsil sıfatının bu devlete verilmesi ve fkö’den alınmasını getirebilir. bu da sonuç olarak fkö’nün diasporadaki filistinli mültecilerle ilgili temsil sıfatının düşürülmesi anlamına geliyor.

bu devlet 1967 sınırları temelinde tanınacağı için (filistin müzakere grubunun bu sınırların filistin-israil müzakerelerinde düzeltilmesinin tartışılmasına itirazı olmadığına birçok kez işaret ettiğini belirtmek gerekli), coğrafik sınırları dışındaki her filistinli temsilcisiz kalabilir. hatta 1967’de işgal edilen bölgelerden gelen mültecilerin dahi fkö’nün temsil sıfatının kalkması halinde kendi topraklarındaki hakları açısından bir temsilleri olmayabilir.

buna israil’in batı şeria’daki büyük yerleşim blokları eklemesi veya filistin devletinin tanınması talebinin oslo’nun sonu olacağı temelinde filistin devletinin zaten bugün kontrolündeki bölgelerde bizzat kurulu olduğunu ifade etmesi gibi misillemelerine ilişkin doğabilecek gerçek korkuları ekleyebilirsiniz.

bu israil tehditleri bilfiil hayata geçirilmeyebilir, ancak sorun şu: israil tehditlerini harekete geçirir ve filistinliler güvenlik konseyi’ne şikayet ederse, amerikan vetosu hazır olacaktır. yani tekrar ilk kareye döneceğiz demektir.

doğal olarak bu tehditler şöyle dursun, burada filistin yönetiminden mali yardımları kesme yönündeki amerikan tehditleri de var. zira böyle sert bir adım atılırsa bir şekilde filistin ulusal kararının özgürleşmesine katkıda bulunabilir. israil’in vergi aidatlarının filistin yönetimine transferini durdurma tehdidinin ise filistinliler açısından pek bir anlamı yok. zira israil zaten her gün bundan daha fazlasını yapıyor.

bu bağlamda endişe uyandıran bir başka nokta da abbas’ın “silahlı intifadaya dönüş yok, kesinlikle şiddete dönmeyeceğiz ve bütün yapacağımız sadece barışçıl gösterilerdir” yollu açıklaması. israil haaretz gazetesinin birkaç gün önce yayınladığı haber de bu açıklamayla irtibatlı. haberde filistin yönetiminin filistin devletinin tanınmasına karşı çıkan amerikan-israil tutumuna karşı filistin halk gösterilerinin patlak vermesi halinde kullanılmak üzere isyanla mücadele ekipmanları (göz yaşartıcı bomba ve sis bombası gibi) satın almak için israil silah sanayisiyle anlaşma yaptığı belirtiliyor. yine abbas ve arkasındaki isimlerin israil’le her şartta ve durumda işbirliği ve koordinasyonu kesmeyecekleri yönündeki açıklamaları da bu haberi destekliyor.

burada doğal olarak beliren soru, devletlerini kurma yönündeki bütün filistin çabalarının başarısız olması halinde filistin müzakere grubunun düşündüğü alternatiflerin içyüzüyle ilgili. şayet direnişe dönmek yine abbas’ın ifade ettiği gibi aşılamaz kırmızıçizgiyse ve hedef bm’den sonra müzakerelere dönmek ise o halde bizler nereye gidiyoruz?

uzlaşı gereği

bu yüzden şahsen ben bm’ye gitme adımının etkili olacağını ve bu adım filistin ulusal uzlaşısı gölgesinde gerçekleşseydi etkisinin daha da büyük olacağını düşünüyorum. bu uzlaşı sırasında fkö’nün temsil sıfatı, mülteciler, sınırlar, dönüş hakkı ve diğer konular masaya yatırılmış, daha az önemli hakların alınması yolunda büyük hakların kaybedilmemesi için gerekli araçlar düşünülmüştü.

biliyorum bazıları bu konuda en önemli noktanın, filistin yönetimini böyle bir talepte bulunmasıyla tarihi filistin topraklarının yüzde 78’inden fazlasından ödün vermesi olduğunu düşünüyor. bu yaklaşım doğru, ancak anlaşmaların güç dengelerinin bir yansıması olduğunu ve bir haksızlığı bin anlaşmanın ve bin yasanın meşrulaştıramayacağını da hesaba katmalıyız.

yine ortada fkö’nün filistin’i 1947’de yahudi ve arap devleti diye ikiye bölen ve filistinlilere topraklarının yüzde 22’si yerine yüzde 44’ü üzerinde bir devlet veren 181 numaralı bm kararı’nın etkinleştirilmesini istemesinin daha iyi olup olmayacağını soranlar da var. soru önemli, ancak gerçekçi değil. zira tarihi filistin topraklarının yüzde 44’ü üzerinde bir filistin devletinin kurulması talebi şöyle dursun, israil ve abd yüzde 22 düşüncesini dahi henüz kabul etmedi ve dünyanın büyük bölümü yüzde 22 fikrini zorlukla hazmediyor.

burada en önemli nokta, filistin sorununun biteceği veya adaleti yüzde 100 gerçekleşmeyeceği yönündeki korkumuzun derinleşmemesi. 

usame ebu arşid, abd’de yaşayan filistin asıllı ürdünlü yazar.

bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve al jazeera’nın editöryel politikasını yansıtmayabilir.

Usame Ebu Arşid

usame ebu arşid, abd’de yaşayan filistin asıllı ürdünlü yazar. Devamını oku

Yorumlar

Bu sitede yer alan içerikler sadece genel bilgilendirme amacı ile sunulmuştur. Yorumlarınızı kendi özgür iradeniz ile yayınlanmakta olup; bununla ilgili her türlü dolaylı ve doğrudan sorumluluğu tek başınıza üstlenmektesiniz. Böylelikle, Topluluk Kuralları ve Kullanım Koşulları'na uygun olarak, yorumlarınızı kullanmak, yeniden kullanmak, silmek veya yayınlamak üzere tarafımıza geri alınamaz, herhangi bir kısıtlamaya tabi olmayan (format, platform, süre sınırlaması da dahil, ancak bunlarla sınırlı olmamak kaydıyla) ve dünya genelinde geçerli olan ücretsiz bir lisans hakkı vermektesiniz.
;