Görüş
Türkiye ve ‘sıfır sorun’ politikası nereye gidiyor?
AKP geçen dokuz ay zarfındaki politikalarını gözden geçirmek için hızlı bir duraksamaya muhtaç. Terazide zarar kefesi diğer kefeye baskın geldi. Bu durum Türkiye’ye karşı büyük beklentiler taşıyan birçok kimse için şok etkisi yapmaya başladı.
ahmet davutoğlu, ankara’yla sorunu bulunan ülkelerle ‘sıfır sorun’ ifadesiyle özetlediği türkiye’nin stratejisini açıkladığında bu aslında türk diplomasisinin yeni bir döneme girişinin ilanı oldu. bu yeni döneme bölgesel sorunlardan çıkılması ve türkiye’nin ilgili ülkelerle (‘sıfır soruna’ ulaşma hedefinin gerçekleşmesi sonrası) ilişkilerini geliştirilmesi damgasını vuracaktı.
davutoğlu dışişleri bakanlığı görevini teslim almadan önce özel diplomatik temsilci olarak bu stratejiyi hayata geçirdi. dışişleri bakanlığı görevini teslim alması sonrası türkiye, ilişkilerini geliştirme dönemine girmeye başlıyordu. bu durum ekonomide ve turizm kalkınmasında sıçramalar yapmasına destek oldu, kendisini etkin ve aktif bölgesel bir kutup haline getirdi.
türkiye ile siyonist oluşum arasındaki diplomatik çatışmanın, bu rolü büyük ölçüde takviye ettiği şüphesiz. zira herkes davos olayını, 2008/2009’daki gazze şeridine yönelik saldırıya ve gazze ablukasına karşı değişmez duruşunu, siyonist dışişleri bakanlığının türk büyükelçisini aşağılaması sebebiyle yaşanan krizi, siyonist ordunun özgürlük filosu’na liderlik eden türk mavi marmara gemisine yönelik yaptığı saldırıyı hatırlar. türkiye, kendisinden özür dilemesini, şehit ailelerine tazminat ödemesini ve gazze şeridi’ndeki ablukayı kaldırmasını talep ederek bunları ilişkilerin normalleşmesinin şartı olarak sunmuş, netanyahu hükümeti de reddetmişti.
mavi marmara gemisine yönelik siyonist saldırıyla ilgili palmer raporu, yangına körükle gitti ve türkiye, siyonist oluşuma karşı diplomatik temsil ve askeri işbirliği ilişkilerinin seviyesini düşüren bir tutum aldı, sonrası için başka adımlar atma tehdidinde bulundu.
'sıfır sorun' nereye gitti?
yalnız türk diplomasisi 2011 yılı başından beri birçok sorunun çözümünde kafa karışıklığı yaşamaya başladı. ‘sıfır sorun’ statejisinden tam tersi bir stratejiye geçti. şöyle ki amerikan füze kalkanı radar projesini onayladığını açıklaması sonrası rusya ile ilişkilerinde bir gerginlik gözlemlendi. rusya bu projeyi kendisine yönelik düşmanca bir proje olarak gördü. keza iran da öyle. tahran bu projede türkiye’den ilişkileri geliştirme ve işbirliği yönünde bir tutum görmedi.
suriye-türkiye ilişkileri düzleminde ise ilişkiler, bağlantıların kopması, yaptırım tehdidi ve davutoğlu ile amerikalı mevkidaşı hillary clinton arasında yaptırımlar konusunda oluşacak eşgüdümün ilan edilmesi noktasına vardı. yalnız bu eşgüdüm türkiye’nin halkçı imajını sarsmakta ve zarar vermektedir.
türkiye şu an rusya, iran ve suriye ile biriken sorunlarla mücadele ediyor. bu durum davutoğlu’na ‘sıfır sorun teoriniz nereye gitti’ diye sormayı gerektiriyor.
burada türk diplomasisinin siyonist oluşumla ilişkisinin kötüleşmesine işaret edilmeli. çünkü burada sorumlu ve saldırgan siyonist oluşumdur, ırkçılığı ve saldırganlığı sebebiyle bu oluşumla ‘sıfır sorun’ veya ‘iyi ilişkiler’ düzgün gitmemekte.
davutoğlu ‘sıfır sorun’ teorisini türk diplomasisinin temeli olarak sunduğunda bu teori türkiye’nin kuzey atlantik anlaşması örgütü (nato) üyeliği ve amerika birleşik devletleri (abd) ile koalisyon stratejisiyle ‘nesnel olarak’ çelişiyordu. zira ‘sıfır sorun’ politikası, bütün ülkelerle ilişkilerin geliştirilmesi, önceliğin türkiye’nin ‘ekonomi kaplanına’, bölgesel ve uluslararası bir kutba dönüştürülmesine verilmesi, nato ve washington’ın politikalarıyla çelişmektedir.

mavi marmara baskını sonrasında türkiye israil ilişkileri giderek kötüleşti. [reuters]
söz gelimi abd, nato’da kendisine karşı çıkana karşı olmayan bir üye ve müttefik ülkeyi kaldıramaz. hem kendisini onaylamayanı ve işbirliği yapmayanı nasıl kabul edebilir? ayrıca abd, türkiye’nin siyonist oluşumla çatışmasını (bu çatışma ne kadar sınırlı, yüzeysel veya diplomatik olsa da) kabul etmez. çünkü türkiye açısından olumlu etkisini gösteren ‘sıfır sorun’ teorisinin başladığı aynı dönemde abd bu siyonist oluşumla birlikte yürümekte ve amerikan siyonizmi tarafından bu oluşumun hizmetine amade kılınmaktadır.
abd’yi zayıflık, başarısızlıklar ve mali krizler vurmasaydı türk diplomasisinin aynı zaman zarfında nato üyeliğini ve abd ile koalisyonunu muhafaza ederek rusya, iran, suriye, hamas, lübnan, brezilya ve katar’la ilişkilerinde son altı yılda elde ettiği başarı gerçekleşmezdi. bu zayıflık, başarısızlıklar ve mali kriz, (isteyerek veya istemeyerek) abd’yi türkiye’nin uyguladığı ve geçen altı yıl zarfında ilerleme kaydettiği politikaları hazmettirdi.
soğuk savaş sırasında uluslararası ve bölgesel politikaları takip eden herkes, türkiye’nin rolünün ne kadar sınırlı kaldığını ve abd’nin bölgesel politikalarda veya siyonist oluşumla ilişkisinde bağımsız kalmasına izin vermediğini hatırlamalı.
bu yüzden adalet ve kalkınma partisi (akp) olgusunun (erdoğan olgusunun) bu noktaya gelmesine olanak sağlayan şartların, uluslararası, bölgesel ve arap güç dengelerinde yaşanan değişimler kanalıyla okunması gerekmektedir. doğal olarak bu durum türkiye’nin ‘kendi rolünün’ önemini azımsamaz. bugün türkiye’nin ‘kendi rolüne’ yönelik bir okuma, abd’yi vuran zayıflığa, uluslararası ve bölgesel güç terazisinde abd ve siyonist oluşumun lehinde olmayan dengesizliğe gerekli önemi vermeyi gerektirmektedir.
bu değişimin görülmemesi ve gerçek boyutunun verilmemesi, hâlâ birçoklarını soğuk savaş’ın abd’si olduğu düşüncesiyle abd yönetiminin sevgisini isterken ve işbirliği teklif ederken aceleciliğe sevk etmektedir. bu kimseler kötü bir itibarla birlikte dönüyorlar ve zehiri kendi politikalarına girdiriyorlar. oysa bu dönemdeki abd politikaları amerikan karar organının göbeğinde yer alan amerikan siyonizminin nüfuzunun esiri oldu.
eisenhower’ın ve hatta baba george bush ve dışişleri eski sekreteri james baker’in abd’si, kongresi’nin netanyahu’yu 39 kez alkışladığı, başkanının netanyahu’ya yerleşim birimlerini kısmen durdurmasını dayatamadığı bir abd değildi. sadece obama değil, amerikan ordusu da yerleşimlerin kısmen durdurulmasını istemişti halbuki.
komşularla gerileyen ilişkiler
türk diplomasisinin sorunlara boğulması ve bu sorunların bazılarında ‘sıfır sorun’ adı altında çeşitli uçurumlara yuvarlanması önemli bir husus. hal böyleyken türkiye’nin rusya ve iran’la ilişkileri kötüleşti ve suriye ile ilişkileri abd ile eşgüdümlü çalışarak yaptırımlarda bulunma derecesine kadar vardı. bu durum türkiye’nin siyonist oluşumla diplomatik savaşa, kıbrıs’la doğalgaz savaşına veya açıklandığı üzere gazze şeridi’ne yönelen ticari gemileri akdeniz’deki savaş filosu tarafından korumaya girmesiyle çelişiyor.
diğer taraftan türkiye, suriye ile istediği konuda farklı düşebilir, ancak yaptırımlar oyununa katılmayı nasıl kabul edebiliyor? bu mesele tıpkı abd ve avrupa birliği’nin yaptığı gibi yaptırımlara başvurması suretiyle (uluslararası hukuka aykırı) emperyalist politikalara muhalefet etmesi öngörülen bir üçüncü dünya ülkesi açısından büyük bir hatadır ve uluslararası bir zorbalık olarak adlandırılabilir.
üçüncü dünya ülkeleri daimi olarak abd’nin uluslararası ilişkilerde uyguladığı yaptırım politikalarına karşıydı. emperyalist saldırgan politikaların bir parçası olan bu yaptırımlar, halkı aç bırakmaya ve askeri saldırıya hazırlık içindi. bu politikalar dünyanın özgür insanları tarafından uluslararası despotluğun adresi ve uluslararası ilişkilerin zehirlenmesi olarak nitelendi.
bu noktadan hareketle süper devletler tarafından (güvenlik konseyi’nden çıksa dahi) abluka ve yaptırım politikalarının uygulanmasına karşı çıkmak, bütün koşullarda ilkesel bir konudur ve uluslararası ilişkilere alınmaması gerekir.
erdoğan-davutoğlu türkiye’sinin uluslararası hukukun ve bm şartı’nın ilkelerinde ısrar eden bir üçüncü dünya ülkesinin rolünü temsil etmesi, süper devletlerin üçüncü dünya ülkelerine ve halklarına karşı izlediği yaptırım politikalarını reddetmesi beklenirdi.
görünen o ki akp, geçen dokuz ay zarfındaki politikalarını gözden geçirmek için hızlı bir duraksamaya muhtaç. terazide zarar kefesi diğer kefeye baskın geldi. bu durum türkiye’ye karşı büyük beklentiler taşıyan birçok kimse için şok etkisi yapmaya başladı.
münir şefik, filistinli yazar ve siyasi yorumcudur. 1934 kudüs doğumlu, arap-islam ulusal kongresi genel koordinatörü'dür.
bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve al jazeera’nın editöryel politikasını yansıtmayabilir.
Yorumlar