Arap Baharı’nın çelişkileri | Al Jazeera Turk - Ortadoğu, Kafkasya, Balkanlar, Türkiye ve çevresindeki bölgeden son dakika haberleri ve analizler

Görüş

Arap Baharı’nın çelişkileri

Arap Baharı ve İşgal et hareketlerinde 1968 ruhu akarken, ters akımlar isyanları bastırmaya gayret ediyor.

Konular: Dünya, Ortadoğu
ABD'de 1960'larda bir kadın askeri polise çiçek uzatıyor.
1968 yılında sosyal ve ekonomik olarak dışlanmış gruplar küresel bir protesto hareketine katılmıştı. [The National Archives]

arap baharı olarak isimlendirilen kargaşanın kıvılcımı muhammed buazizi’nin, 17 aralık 2010’da tunus’un küçük bir köyünde kendisi yakmasıyla kelimenin tam anlamıyla ateşlendi. bu eylemin yarattığı duygular, çok kısa bir süre içerisinde tunus ve ardından da mısır cumhurbaşkanlarının ellerindeki her şeyi kaybetmelerine gidecek bir süreci başlattı. sonrasında da, kargaşa teker teker neredeyse tüm arap ülkelerine yayıldı ve hâlâ devam ediyor.

medyada yahut internette okuduğumuz analizlerin çoğu, arap baharı denilen bu olgunun arkasında yatan iki temel akımın, birbirinin tamamen zıt yönünde hareket etmesiyle ortaya çıkan temel çelişkiyi kaçırıyor: bu akımlardan bir tanesi 1968 dünya ayaklanmalarının varisi. “1968 akımı”, “ikinci arap isyanı” olarak da adlandırılabilir.

amacı, “birinci arap isyanı”nın ulaşmaya çalıştığı hedef olan, arap dünyasının küresel anlamda bağımsızlığa kavuşmasıdır. ilk isyan, özellikle fransa ve britanya’nın çevreleme, yönlendirme ve bastırma yöntemleri neticesinde başarısız olmuştu.

ikinci akım ise, önem arz eden tüm jeopolitik aktörlerin ilk akımı kontrol etme çabalarıdır. her biri, arap dünyasının şu anki kolektif eylemini, kendileri için (ayrı ayrı) göreli avantaja çevirecek şekilde başka bir yöne çekmeye çalışmaktadır. buradaki aktörler “1968 akımı”nı, çıkarları açısından yüksek derecede tehlikeli addetmektedirler. “1968 akımı”nın dikkatini ve enerjisini, amaçlarından saptırmak için yapılabilecek her şeyi yaptılar; ki bence bu en büyük dikkat dağıtıcı eylemdi.

geçmiş hiçbir yere gitmedi

peki, “1968 akımı” ile ne kastediyorum? 1968 yılındaki ayaklanmalar ile dünyanın bugünkü durumuyla ilişki kurulabilecek iki temel nitelik var: ilk olarak, 1968 devrimcileri, otorite sahiplerinin demokratik olmayan davranışlarını protesto ediyorlardı. bu, otoritenin yanlış şekilde kullanılmasına karşı tüm kademelerde başlatılmış bir isyandı: bu kademeler bir bütün olarak dünya sistemi, ulusal ve yerel yönetimler ve (iş yerlerinden eğitim yapılarına, siyasi partilerden sendikalara) insanların bir parçası olduğu ya da tâbi kılındığı hükümet dışı kurumlardı.


'1968 akımı', 'unutulmuş insanlar'ı anlatıyor. [mikefisher821, flickr]

daha sonraları kendiliğinden gelişen anlatıya göre 1968 devrimcileri dikey karar alma süreçlerine karşı yatay karar alma süreçleri tarafındalardı ve dolayısıyla katılımcı olan ile halktan geleni destekliyorlardı. istisnai karşı örneklere rağmen, “1968 akımı” büyük ölçüde “şiddetsiz direniş” fikrinden esinlenmişti. bunun içerisinde mahatma gandi’nin satyagraha felsefesinin veya martin luther king ve destekçilerinin fikirlerinin yahut esasında henry david thoreau öğretileri gibi eski versiyonların motiflerini bulmak mümkündü.

“arap baharı” sırasında, bu akımın tunus ve mısır’da güçlü bir şekilde iş yaptığını gördük. iktidarda olan herkesi korkutan durum, halkların bu akımı çabucak sahiplenmesiydi. bu iktidar sahipleri, istisnasız tüm arap devletleri, arap dünyasında jeopolitik olarak aktif varlık gösteren “dış” devletlerin hükümetleri ve hatta uzaktaki devletlerin yönetimleriydi.

otoriterlik karşıtı düşüncenin yayılması ve her yerde başarıya ulaşması hepsini tehdit etti. dünya hükümetleri “1968 akımı”nı dağıtmak üzere bir araya geldi.

dünya çapında büyüyen hareket

şu ana dek bunu başaramadılar. hatta aksine, bu akım hong kong’dan atina’ya, madrid’den santiago’ya, johannesburg’dan new york’a, dünya çapında giderek yayılıyor. bu durum sadece arap baharı’yla ilintili değil; zira tohumlarının ve hatta diğer yerlerdeki bazı isyanların ortaya çıkışı aralık 2010’dan öncesine kadar gidiyor. ancak bir zamanlar bu tip bir akıma kayıtsız kalması beklenen arap dünyasında isyanların bu denli çarpıcı bir ölçüde yaşanması, dünya çapındaki bu harekete çok önemli bir ivme kazandırdı.

hükümetler bu tehdide nasıl yanıt verdiler? böylesine bir tehdide verilecek sadece üç yanıt var: bastırma, taviz ve başka bir tarafa yönlendirme. bu üç yöntem de kullanıldı ve her biri belli ölçülerde başarıya ulaştı.

tabii ki her devletin iç siyasi gerçeklikleri farklıdır ve dolayısıyla bastırmanın, tavizlerin ve başka tarafa yönlendirmenin dozu devletten devlete değişiklik göstermektedir.

ne var ki, bana göre buradaki can alıcı nokta, 1968 dünya ayaklanmasının ikinci niteliğidir. 1968 yılının dünya ayaklanması, büyük oranda “unutulmuş insanlar”ın isyan yöntemlerini içerdi. bu insanlar, siyasi yelpaze içindeki örgütlü büyük güçlerin ilgi alanı dışında kalanlardı. unutulmuş insanlara endişelerinin, şikayetlerinin ve taleplerinin ikincil olduğu ve birincil sorunların üstesinden gelinene kadar ertelenmesi gerektiği söylendi.

peki, bu unutulmuş insanlar kimlerdi? ilk olarak dünya nüfusunun yarısı olan kadınlardı. ikici olarak, devletler nezdinde din, dil yahut ikisinin birleşimi üzerinden tanımlanan “azınlıklar”dı. burada bahsedilen azınlık kavramı ise sadece sayısal değil, daha çok sosyal bir olguya işaret ediyordu.

kadınlara ve sosyal “azınlıklar”a ek olarak, unutulmama konusunda ısrarını beyan eden daha birçok grubun da dahil olduğu uzun bir liste vardı: bunlar, “başka” türlü cinsel tercihleri olanlar, engelliler, yaklaşık 500 yıldır göç eden güçlü yabancıların boyunduruğu altına girmiş “yerli” topluluklar, çevrenin karşı karşıya olduğu tehditlerden dolayı derin kaygı taşıyanlar, pasifist olanlardı. daha çok grup “unutulmuş insanlar” statüsünde olduğunun farkına vardıkça bu liste büyüdü.

her arap devleti ayrı ayrı incelendiğinde, unutulmuş insanlar listesi ve onların iktidarda olan rejimle ilişkilerinin büyük farklılık gösterdiği çabucak anlaşılıyor. bu nedenle verilen “taviz”lerin isyanı sınırlandırmasının derecesi de farklılık gösteriyor. aynı şekilde, bir rejim için “bastırma”nın kolaylık ve zorluk derecesi de değişkenlik gösteriyor. ancak burada gözden kaçırılmaması gereken nokta, tüm rejimlerin, her şeyden önce iktidarlarını koruma arzusudur.

iktidarda kalmanın yöntemlerinden bir tanesi, iktidardakilerden bazılarının ayaklanmaya katılmasıdır. bunu, cumhurbaşkanını ya da görünüşte tarafsız silahlı kuvvetlerin tarafında olan bir takım yöneticileri tasfiye ederek yaparlar. mısır’da yaşananlar tam olarak böyleydi. tahrir meydanı’nı tekrar işgal edenlerin, bugünün “1968 akımı”nı canlandırmaya çabalarken şikayet ettikleri durum tam olarak budur.

büyük jeopolitik aktörlerin karşı karşıya kaldığı sorun ise, bu kargaşanın ortasında dikkatleri “başka yöne çekip”, kendi çıkarlarına götürecek en iyi yöntemi bilmiyor olmalarıdır. gelin çeşitli aktörlerin girişimlerine ve ne derece başarıya ulaştıklarına bakalım. böylece “1968 akımı”nın bugün ve görece yakın gelecekte ne ifade ettiğini daha iyi değerlendirme fırsatı buluruz.

eski sömürgeci kefareti

hikayeye sönmekte olan eski sömürgeci güçler olan fransa ve büyük britanya ile başlamak gerekiyor. tunus ve mısır’da olan olaylara tamamen hazırlıksız yakalandılar. liderleri, birer birey olarak, bu iki diktatörlükten kişisel çıkar sağlıyorlardı. isyanlara karşı bu diktatörleri sadece desteklemekle kalmadılar, ayrıca nasıl bastıracakları konusunda etkin bir şekilde tavsiyelerde bulundular.

sonunda ve artık çok geç olduğunda, bunun ne kadar büyük bir siyasi hata olduğunu anladılar. hatalarını telafi etme yolunu da libya’da buldular.

tıpkı fransızlar ve britanyalılar gibi, muammer kaddafi de zeynel abidin bin ali ve hüsnü mübarek’e tam destek verdi. hatta daha da ileri giderek, iktidardan çekilmelerinden duyduğu üzüntüyü dile getirdi. komşu iki ülkede olanlardan duyduğu derin korku aşikardı. libya’da olanlar elbette tam anlamıyla “1968 akımı” değildi. ancak ülkede memnuniyetsiz birçok grup vardı. ne zaman ki bu gruplar ayaklandı, o zaman kaddafi isyanı ne kadar sert bir biçimde bastıracağına dair bağıra çağıra konuşmaya başladı.

fransa ve büyük britanya önlerine çıkan fırsatı bu noktada gördüler.


'1968 akımı, bastırılmaya, tavizlere ve yönlendirmeye rağmen
genişliyor.' [washington_area_spark, flickr]

bu iki ülke (ve diğerleri), libya’da, en az önümüzdeki on yıl boyunca yüksek kârlar getirecek iş anlaşmalarına rağmen, bir anda kaddafi’nin ne kadar korkunç bir diktatör olduğunu anladılar; ki şüphesiz öyleydi. kefaret için de libyalı isyancılara açık destek verme yoluna giriştiler.

bugün bernard-henri lévy, insan haklarını teşvik etmek için fransa cumhurbaşkanı sarkozy ile libyalı isyancılar arasında nasıl doğrudan bir bağlantı kurduğuna dair böbürleniyor.

ne var ki fransa ve büyük britanya, her ne kadar azimli olurlarsa olsunlar, yardım olmadan kaddafi’yi deviremezlerdi. amerika birleşik devletleri’ne (abd) ihtiyaçları vardı. obama açıkçası, bu desteği verme konusunda başlangıçta isteksizdi. ancak (“insan haklarını teşvik etmek üzere”) abd’deki iç baskıdan dolayı, birleşik devletler ordusunu ve siyasi desteğini nato girişimi olarak bilinen oluşumun içine soktu. bunu, sonunda hiçbir amerikalının hayatını kaybetmediğini söyleyebilecek olma temeline dayandırdı. (sadece libyalılar hayatlarını kaybetti.)

mübarek’in yerinden olması kaddafi’nin olduğu kadar suudilerin de sinirlerini altüst etti. mübarek’in gidişine batı’nın göz yummasını (sonrasında da onaylamasını) çok tehlikeli bir emsal olarak gördüler. mevcut durumun (statükonun) korunması için kendi bağımsız çizgilerini takip etmeye karar verdiler.

bu politikayı ilk olarak kendi ülkelerinde, sonrasında körfez işbirliği konseyi’nde (ve özellikle de bahreyn’de), ardından diğer monarşilerde (ürdün ve fas’ta) ve sonunda da tüm arap ülkelerinde savundular. ayrıca, kargaşa yaşanan iki komşu ülkede de (yemen ve suriye’de), her şeyin değişebileceği bir arabuluculuk rolüne soyundular; ki böylece hiçbir şey değişmeyecekti.

kolayca çevrelenmeyen bir akım

içeride “1968 akımı”nın saldırısına maruz kalan ve arap dünyasındaki üstünlüğünün ciddi bir şekilde azaldığı gerçeğine kayıtsız kalamayan yeni mısır rejimi, ilk olarak israil ile başlamak üzere jeopolitik duruşunu gözden geçirmeye başladı.

rejim, abd’den gelen finansal yardımı alma becerisini tehlikeye atmadan israil’e karşı arasına bir mesafe koymak istedi. filistin siyasetindeki ayrılığı birleştirmek için etkin bir şekilde savunuculuk yapmaya başladı. bu birleşme sadece israillileri kayda değer tavizler vermeye zorlamayacaktı, aynı zamanda filistinliler arasında gelişmekte olan “1968 akımı”nı sekteye uğratacaktı.

iki komşu ülke (türkiye ve iran), arap isyanlarından, ortadoğu bölgesinde kendi meşruiyetlerini sağlamlaştırmak amacıyla yararlanmaya çalıştı. bu amaca ulaşmak her ikisi için de kolay değildi; özellikle de “1968 akımı”nın yarattığı iç tehditler bu devletleri bir miktar endişelendirirken. (türkiye’de kürtler ve iran’ın karmaşık iç politikasındaki çok sayıdaki grup.)

ya israil? israil, “meşruiyetinin kaybettirilmesi” beklentisiyle her yerden, batı’dan (almanya ve abd’den dahi), mısır ve ürdün’den, türkiye’den, rusya’dan ve çin’den saldırıya uğradı. ayrıca israil bunların hepsiyle, “1968 akımı” kendi yahudi toplumunda da belirmeye başlamışken yüzleşmek zorunda kaldı.

buna ilaveten, bütün bu jeopolitik denge oyunu devam etmekte iken, arap baharı artık net bir şekilde dünya çapına yayılmış huzursuzluğun sadece bir ayağını oluşturmaktadır: yunanistan’da oxi (hayır), ispanya’da indignados (öfkeliler), kuzey amerika ve diğer yerlerde 800’den fazla şehre yayılmış olan “işgal et” hareketleri, şilili öğrenciler, çin’deki grevler, hong kong’daki gösteriler ve afrika geneline yayılmış hadiseler.

“1968 akımı”, bastırılmaya, tavizlere ve yönlendirmeye rağmen genişliyor.

arap dünyası genelinde, çeşitli oyuncuların başarıları jeopolitik olarak sınırlı kaldı ve hatta bazı örneklerde amaçlarına ters sonuçlar verdi. tahrir meydanı dünya çapında bir sembol haline geldi. evet, birçok islamcı hareket, arap ülkelerinde, eskiden sahip olmadıkları ifade fırsatını buldu. ancak aynı şekilde laik solcu kesimler de bu fırsata kavuştu. sendikalar tarihi rollerini yeniden keşfediyor.

arap huzursuzluğunun, daha doğrusu dünya huzursuzluğunun gelip geçici bir şey olduğuna inananlar, “1968 akımı”nın artık kolayca çevrelenemeyeceğini (gayet yakında gerçekleşmesini bekleyebileceğimiz) bir sonraki “saman alevinde” keşfedecekler.

immanuel wallerstein, yale üniversitesi sosyoloji bölümü’nde öğretim üyesi ve 30’dan fazla kitabın yazarıdır. bunlar arasında modern dünya sistemi (the modern world system) (dört bölüm halinde yayınlanmıştır ve iki bölümün daha eklenmesi beklenmektedir) bulunmaktadır. prof. wallerstein’in onlarca yıllık çalışmaları, küresel kapitalizm eleştirileri ve ‘sistem karşıtı hareketleri’ desteklemesi, dünya çapında tanınan bir sosyal analiz uzmanı olarak tanınmasını sağlamıştır.

bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve al jazeera’nın editöryel politikasını yansıtmayabilir.

Immanuel Wallerstein

yale üniversitesi sosyoloji bölümü öğretim üyesi. otuzdan fazla kitabın yazarıdır. bunlar arasında 'modern dünya sistemi' (the modern world system) uluslararası ekonomi-politik teorileri arasında bir ekol oluşturmuştur. prof. Devamını oku

Yorumlar

Bu sitede yer alan içerikler sadece genel bilgilendirme amacı ile sunulmuştur. Yorumlarınızı kendi özgür iradeniz ile yayınlanmakta olup; bununla ilgili her türlü dolaylı ve doğrudan sorumluluğu tek başınıza üstlenmektesiniz. Böylelikle, Topluluk Kuralları ve Kullanım Koşulları'na uygun olarak, yorumlarınızı kullanmak, yeniden kullanmak, silmek veya yayınlamak üzere tarafımıza geri alınamaz, herhangi bir kısıtlamaya tabi olmayan (format, platform, süre sınırlaması da dahil, ancak bunlarla sınırlı olmamak kaydıyla) ve dünya genelinde geçerli olan ücretsiz bir lisans hakkı vermektesiniz.
;