Görüş

Mısır devrimine ilişkin yorumlar

Demokratik bir rejimin tesisi için seçim süreci devam ederken, devrimin getirileri ve siyasi söylemlerin bir analizi.

Tahrir Meydanı'nda toplanmış kalabalık ve sallanan Mısır bayrakları.
Mısır'da üç turlu Halk Meclisi seçimlerinde Müslüman Kardeşler'in Özgürlük ve Adalet Partisi birinci olmuştu. [Reuters]

25 ocak devrimi, mısır milletinde yeni bir ruh, mısırlılar için daha iyi ve parlak bir geleceğe dair artan beklentiler oluşturabildi. geçiş sürecinin karşılaştığı engellerin çokluğuna ve sorunların büyüklüğüne rağmen devrim mısır’da hâlâ sürüyor. emreden ve itaat edilen ‘en büyük firavun’ döneminin bir daha dönmemek üzere geride kaldığını düşünüyorum. zira iktidarın meşruiyet kaynakları değişti. ortada ‘meydanın’ meşruiyetinin yanısıra, özgür ve nezih halk iradesiyle gelen ‘parlamentonun’ meşruiyeti var.

pratik başarıların ve gerçekleştirilenlerin, miktar ve sayısal bakımdan çok az az olduğunu görürüz. rejimin başı gitti, ancak ayakları ve erkanı olduğu yerde duruyor. devrimin 'halk, rejimin devrilmesi istiyor' şeklindeki birinci sloganının geçerliliğini sürdürmesi şaşırtıcı değil. devrimin doğal sınırına varmasına özlem duyan devrimciler bu sloganı tekrarlıyorlar. bununla birlikte ben de dahil, mısırlıların korku ve teslimiyet elbisesinden kurtulduklarını hissetmeleri, şanlı devrimin hedeflerini tamamlamak için büyük teminat oluşturacaktır.

mısır, devrim sürecinin değerlendirmesine hakim olan iyimser ve kötümser eğilimlerden uzak durarak ülkede fikri ve ideolojik çeşitliliğine karşın hakim olan siyasi söylem yeniden bir gözden geçirmeye ve değerlendirmeye muhtaç; ki böylelikle ülkenin gelecek dönemde yeniden uyanışını belirleyecek ortak paydalardan konuşulabilsin.

bizler bu dönemde mısır’da devrimci güçler de dahil olmak üzere, temel siyasi güçlerin çoğunluğunun söylemlerinde kaos ve zihin karışıklığının ön plana çıktığını görüyoruz. dolayısıyla gözden geçirme ve değerlendirme işlemi şu üç modeli kapsıyor:

devrimci söylemin gözden geçirilmesi

25 ocak devrimi’nin en belirgin özelliklerinden biri de bilinçli ve organize gençlik gruplarının yol açtığı muazzam halk hareketini ifade etmesiydi. bu hareketin ortak bir yönetimi olmadı. ayrıca belirli ideolojik kanaatleri de ifade etmedi. basit ifade ile ‘ekmek, özgürlük, sosyal adalet’ sloganını atarak rejimi barışçıl yöntemle değiştirmeyi istedi. ne var ki bu özellik, sonraları peyderpey büyük bir eksikliğe dönüştü.

devrimin hareketini disipline eden bir beyni veya yol haritasını çizen bir sembol lideri olmadı. belki de bu durum klasik siyasi güçlerin, ‘meydanın’ sembollüğüne ve kutsiyetine tutunmayı tercih eden devrimci güçlerin yerine vitrine sıçramasını kolaylaştırdı. mısır, devrimci söylemde değerlendirmeye ve gözden geçirmeye ihtiyaç duyan birçok yanlışa işaret edilebilir. bunlar:

1- devrimci söylemin romantik yapısındaki aşırılık ve çoğu zaman siyasi gerçeklikten uzaklık: iktidarın ‘sivil başkanlık konseyine’ nakli düşüncesi söylediklerimizi doğruluyor. zira seçimle gelmemiş ‘yüksek askeri konsey’, seçimle gelmemiş bir başka konseye iktidar naklini nasıl yapabilir? sonrasında anayasa ilanının belirlediği yol haritasını bir kenara koyarak ‘askerin derhal gitmesi ve iktidarın sivillere teslim edilmesi’ sözünün uygulanması mümkün değil.

2- hayal kırıklığı ve bölünmüşlük: onlarca devrimci sendika ve koalisyon ortaya çıktı. öyle ki gerçek devrimci güçler, neredeyse varlıkları internet sayfalarının dışına çıkmayan ‘sanal’ grupların arkasında kaybolmak üzereydi. dolayısıyla birçok tutumda çelişkili ve uçucu bir söylem görüyoruz.

3- gösteri ve oturma eylemi çağrılarının çokluğu: bu çağrılar ülkelerin ve halkın çıkarlarının özellikle devre dışı bırakılmasıyla bağlantılıyken, geçerli olan bu durum ‘mücadeleci’ ülke halkı nezdinde devrimcilerin imajını olumsuz etkiledi. zira birçok insan devrime kaos ve ‘rızkından etmeyle’ eş anlamlı olarak baktı.

4- yol arkadaşları dahi olsa ötekini reddetme ve kabul etmeme eğilimi: devrimcilerin eski rejimin mensuplarına atfen ifade edilen ‘fulul’ kavramının kullanımını genişletmeleri dikkat çekiciydi. ayrıca müslüman kardeşler cemaati üyeleriyle yaşandığı gibi süratle kendi muhaliflerini ihanetle nitelemeye başvurdular.

belki de bütün bunlar devrimci güçlere, birlikte siyaset yapma sanatının becerilerinin kazanılması anlamına gelecek şekilde siyasi söylemlerini olgunlaştırmalarını öngörmektedir. bu sanat ötekiyle müzakere etmenin, uzlaşmanın ve kabulün değer ve araçlarını yüceltir. bizler, diğer devrimci güçlerle ortak paydalar bulmalıyız. 

laik söylemin gözden geçirilmesi

mısır’da liberal, sol veya genel olarak laik güçler büyük hatalar yaptılar. bu güçler kendi fildişi kulelerinde oturuyorlar ve olayların aştığı klasik söylemi tekrarlıyorlar. şaşırtıcı ve sürpriz olan, demokrasi ve çoğulculuğu savunması öngörülen bu güçler, halk iradesini temsil etmeyen bir ‘çoğunluktan’ bahsediyorlar.

seçimlerdeki başarısızlıklarının üzerini örtmek için, azınlığa parlamentoda itiraz etme hakkı verilmesi gibi elit çözümler aramaya başladılar. bu laik güçlerden duyduğum en garip şey, mısır halkını cehalet ve siyasi bilinçsizlikle suçlamaları. bu da kendilerine gerçek demokrasiyi uygulama yetkinliği vermemektedir. her halükarda mısır’daki laik söyleme devrim sonrası aşağıdaki özellikler damgasını vurdu:

1- bu söylem, hâlâ evrenin ve tarihin hareketinin açıklamasında metafizik ve dini yorumları reddeden batı kültürüne ait söylemlerin esiridir: bu bakış açısının 20. yüzyıl’ın sonlarından itibaren somut şekilde gerilediği şüphesiz. dünya, dini bilinç alanında somut ve artan bir gelişmeye sahne oldu. abd’de, aşırı dinci sağ bir ağırlığı bulunan siyasi bir güç olmadı mı? belki de arap baharı devrimlerinin en belirgin sonucu, dinin siyasetle ilişkisine itibarını vermesinde temsil edilmektedir.

2- seçkincilik/elitlik ve kitlelerle irtibatsızlık: sözgelimi liberal söylem, batı yanlısı eğilimlere sahip bir grup aydın ve iş adamıyla bağlantılı oldu. bu kimseler kitlelerle kaynaşmaktan uzak durarak kendi düşüncelerini gündeme taşımak için özel ve resmi medya organlarına, yerel ve yabancı finans kaynaklarına dayandılar. bu esaslı liberal partilerden birinin devrim parlamentosunda tek bir sandalye bile elde etmekte başarısız olması hiç şaşırtıcı değil.

3- pragmatist üslubu kullanma eğilimi: bu tür bir laik söylem ötekini, yani islamcı söylemi siyasi çekişmede dini kullanmakla suçladı. oysa bazı liberal partiler son parlamento seçimlerinde mısır kilisesiyle koordineli çalıştılar. ayrıca bu söylem işi oldukça basitleştirilmiş şekilde ‘cehaletin ve siyasi bilinçsizliğin seçmen kitlesi üzerindeki üstünlüğünün onları islami referanslı partilere oy vermeye sevk etti’ sözünü sarf etmeye kadar götürdü.

4- bölünmüşlük ve vizyonsuzluk: devrim sonrası mısır’daki laik söylemin, liberal ve genel olarak laik siyasi güçlerin yaşandığı bölünmüşlük ve parçalanmışlık halini yansıttığı sır değil. bu güçlerden bazıları müslüman kardeşler cemaati ile ittifak yaparken diğer güçler seçim düzleminde dahi olsa islamcıların çarpıcı gücüyle mücadelede ortak bir koalisyon oluşturamadılar.

ulusalcı laik güçlere düşen, mısırlıların çoğunluğunun kanaatlerine ve inançlarına saygı göstermek için kendi söylemlerinin kavramlarını gözden geçirmektir. din ile siyaset arasında tam bir ayırımın olduğunu ifade etmek sadece mısır’da değil, gelişmiş ve gelişmekte olan dünyanın birçok ülkesinde genel eğilimlere aykırı düşmektedir.

islamcı söylem

devrimin mısır’ı yönetim ve iktidar yapısı içinde belirgin bir değişime sahne oldu. müslüman kardeşler, cemaati islam ve cihad örgütü gibi islamcı güçler despot rejim gölgesinde illegal bir pozisyondan çıkıp devrim parlamentosu kanalıyla siyasi meşruiyetin kaynağı ve yönetimin ortağı oldular.

selefi akımın yeni büyük siyasi güç olarak ortaya çıkışını dikkate alırsak dini referansının birliğine rağmen bu durum bizlere islami söylemin çeşitlilik ve çoğulculuk boyutunu açıkça gösterdi. ortada devrim sonrası islamcı söylemin yansıttığı açık ironiler var. bunlar şunlar:

1- esneklik ve gerçekçilik: islamcılar, başından itibaren yüksek askeri konsey’le çatışmamaya özen gösterdiler ve dr. ali es silmi’nin anayasal ilkelerle ilgili belgesinin bırakılması durumunda olduğu gibi özel münasebetlerde kendi taleplerini geçirmek için devrimci baskıyı kullanabildiler. diğer yandan islamcılar demokratik, anayasal ulus devlet kavramını kabul ettiler. oysa bu kavram laik güçlerin ısrar ettiği sivil devlet kavramıyla hiç de uyumsuz değil.

2- siyasetin dine baskın gelmesi: geleneksel medyatik görüntü, islamcıların söyleminin esasında kadın, genel davranışlar ve toplumda genel görüntünün islamlaşması gerektiği gibi konularla ilgili olduğu yöndeydi. ne var ki islamcıların ve özellikle de özgürlük ve adalet partisi'nin (ihvan) söylemi ve siyasi performansları buna tamamen aykırı oldu. bizler mısır’daki islamcıların dilinde çokça tekrarlanan demokrasi, uzlaşı ve çoğulculuk kavramlarını duyar olduk.

3- mısır’ın kendi bölgesinde ve dünyadaki değişimleri anlama kapasitesi: müslüman kardeşler’in abd ve batılı ülkelerdeki hükümetlerden gelen bazı heyetlerle diyaloğu, mısır’ın uluslararası anlaşma ve sözleşmelerine saygı göstereceklerini vurgulamaları, despot rejimin batı’yı korkutmaya çalıştığı ‘korkuluğun’ sahteliğini gösteriyor. islamcıların seçim sandıklarıyla iktidara gelmesinin kendilerini iktidarda kısıtlayacağı sır değil.

4- davetçi çalışma ile siyasi çalışma arasındaki ilişkinin sorunluluğu: bu bağlamda islamcı söylemde farklılıklar bulunuyor. söz gelimi selefi söylem siyasi çalışmada yeni olması dikkate alındığında hâlâ davetçi çalışmasının esiri. bu yüzden bu söylemin kavramlarına davetçi dini söylemin unsurları baskın gelmektedir.

burada halk meclisi’ndeki bir selefi milletvekilinin abd’yi ‘küfür devleti’ olarak nitelemesini hatırlatabiliriz. müslüman kardeşler cemaati bu paradoksu kısmen aşabildi. peki, o zaman ne yapmalı?

mısır’daki bütün siyasi ve devrimci, güçler devrimin hâlâ devam ettiği gerçeğini idrak etmeli. bu da devrimin bütün taleplerinin gerçekleşmesi için kenetlenmeyi gerektiriyor. daha önce de belirttiğimiz gibi çoğunluk ve azınlık bütün güçlerin ortak paydalar aramak için siyasi söylemlerini gözden geçirmelerini öngörüyor.

işte o vakit devrim sürecini tamamlamak için üç öncelikten bahsedilebilir. ilki, yargı sisteminin reformu: böylelikle hızlı adalet gerçekleşebilsin, şehitler ve yaralılar için kısas uygulanabilsin. ikincisi, güvenlik sisteminin yeniden yapılandırılması: böylelikle güvenlik organına yönelik kaybolan güven kazanılsın ve güvenlik boşluğu giderilsin. üçüncüsü, hortumcu ellerin yarım asırdan fazla bir süredir uzandığı medya sisteminin yeniden yapılandırılması: ikinci yılında mısır devriminin önündeki asıl sorun budur.

hamdi abdurrahman, kahire ve zayid üniversiteleri’nde siyaset bilimi öğretim üyesidir.

bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve al jazeera’nın editöryel politikasını yansıtmayabilir.

Hamdi Abdurrahman

kahire ve zayid üniversiteleri’nde siyaset bilimi öğretim üyesidir.  Devamını oku

Yorumlar

Bu sitede yer alan içerikler sadece genel bilgilendirme amacı ile sunulmuştur. Yorumlarınızı kendi özgür iradeniz ile yayınlanmakta olup; bununla ilgili her türlü dolaylı ve doğrudan sorumluluğu tek başınıza üstlenmektesiniz. Böylelikle, Topluluk Kuralları ve Kullanım Koşulları'na uygun olarak, yorumlarınızı kullanmak, yeniden kullanmak, silmek veya yayınlamak üzere tarafımıza geri alınamaz, herhangi bir kısıtlamaya tabi olmayan (format, platform, süre sınırlaması da dahil, ancak bunlarla sınırlı olmamak kaydıyla) ve dünya genelinde geçerli olan ücretsiz bir lisans hakkı vermektesiniz.
;