Haber analiz
'Hama İlkeleri' ve askeri çözümün sınırları
Ülkedeki isyan baba Esad zamanındaki yöntemlerle bastırılmaya çalışılırken, Özgür Suriye Ordusu günü geçmiş taktikler karşısında yeni teknolojilerle ayakta kalıyor.

suriye rejimi, ülkedeki halk devrimi karşısında ‘hama ilkeleri’ne başvurdu. diğer bir deyişle, hafız esad’ın, 1980’lerin başında hama’da gerçekleşen protestoları sonlandırmak amacıyla uyguladığı stratejiye. baba esad, söz konusu protestoları koşullar lehine olduğu için bastırabilmişti. ancak, bugün koşullar rejimin lehine değil; çünkü güçleri daha seyrek bir şekilde yayılıyor, protestolar daha geniş bir alanda gerçekleşiyor ve yaptıkları, uluslararası toplum tarafından daha fazla kınanıyor.
askeri çözümün sınırları
27 mart 2012’de, şam, birleşmiş milletler ve arap birliği’nin müşterek özel temsilcisi kofi annan’ın önerdiği planı kabul etti. aynı gün, suriye devlet başkanı beşar esad, hums şehrinin yerleşim bölgelerinden baba amr’ı ziyaret etti. yaklaşık bir ay boyunca suriye ordusu ile özgür suriye ordusu (öso) arasında ağır çatışmalara sahne olan baba amr neredeyse tümüyle yerle bir olmuştu. suriye resmi medyası tarafından özellikle geniş bir şekilde işlenen bu iki gelişme, birlikte ele alındığında, rejimin sunduğu şu seçeneklere işaret ediyor: ya suriyelilerin talep ettiği özgürlük ve demokrasiyi getirmeyecek kadar zayıf olan ve itibar görmeyen siyasi reformlar halk tarafından kabul görecek ve böylece esad iktidarını sürdürecek ya da 1982’de hama’da olanların tekrarlandığı ve baba esad’ın başvurduğu cezalandırma yönteminin uygulandığı baba amr’dakine benzer toplu yıkımlar yaşanacak. rejim, suriye krizini çözmek için önerilen girişimlerin hiçbirine kulak asmayacak. 16 mart 2012 tarihli, altı maddeden oluşan annan planı da bunların en sonuncusu. planın, kendi başarısızlığına yol açacak unsurlar içerdiği dikkatli gözlemcilerin gözünden kaçmıyor ve rejimin geçtiğimiz yıl aleyhinde bir savaş sürdürdüğü siyasi reformların başına esad’ı getirmesi özellikle vurgulanıyor.
suriye rejimi, uluslararası toplumun ülkedeki güç dengesini değiştirme amacıyla askeri müdahalede bulunma konusundaki kararsızlığını kendi lehine görüyor. bu kararsızlığın aşağıdaki koşulların bir işlevi olup olmadığını ise dikkate almıyor: uluslararası büyük aktörlerin arasındaki bölünme ve özellikle de rusya ve çin’in bağlayıcı uluslararası kararlar alınması aşamasına geçişi aksatmaktaki rolü; esad’dan sonra suriye’nin kaosa düşmesi ihtimali karşısında duyulan korku ve yerleşik uluslararası kurumlara ait çerçevelerin dışındaki uluslararası ittifak kurma süreçlerinin, hassas hesaplamalar, karmaşık ve uzun zaman alan prosedürler gerektiren kendine özgü bir işleyişe sahip olması. (nitekim abd savunma bakanı ve genelkurmay başkanı’nın, abd senatosu’nun silahlı kuvvetler komitesi’ne, 8 mart 2012’de verdikleri ifade, abd başkanı barack obama’nın emirleri uyarınca suriye’ye uluslararası bir askeri müdahale yapılmasına yönelik bir ön planlama çalışması yapıldığını göstermiştir.) ancak, her şeyden önce, suriye rejiminin tutumu, bölgedeki müttefiklerinden aldığı maddi ve manevi desteğe dayanıyor.
suriye rejimi; son günlerde silahlı muhaliflere karşı elde ettiği başarıları, ülkedeki çatışmaya barışçıl bir çözüm bulmayı amaçlayan uluslararası girişimleri kendi menfaati yönünde etkilemedeki diplomatik ustalığını ve uluslararası aktörler arasındaki bölünmeyi derinleştirme becerisini kesin bir zafer kazanmışçasına kutluyor. bütün bu gösterişe rağmen, rejim çok kötü bir durumda. arap birliği, mevcut rejimin fiilen sonunu getirecek siyasi dönüşümlere yönelik mekanizmaları içeren 22 ocak 2012 tarihli öneri üzerinde daha önce benzeri görülmemiş bir mutabakata vardı. şam’ın güvenlik konseyi düzeyinde kınanmasını sağlayamayan uluslararası toplum, genel kurul’un yolunu tuttu ve rejimin uygulamalarını kınayan bir karar 22 kasım 2011’de, 122 ülkenin evet demesi sonucu oy çoğunluğu ile kabul edildi. daha da önemlisi, içerideki bölünmeler ve etkili bir liderlik eksikliğine rağmen, suriye’deki muhaliflerin hem askeri hem de siyasi kolları zaman içinde daha fazla uluslararası kabul görürken, bu durum çeşitli mekanizmalara da yansıdı. suriye’nin dostları isimli uluslararası grup bunlardan biridir. grup, ilk toplantısını, 24 şubat 2012’de tunus şehrinde, ikinci toplantısını ise 1 nisan’da istanbul’da yaptı. ayrıca, suudi arabistan, öso’nun, silahlı muhaliflerin ülke içinde ve dışındaki temsilcisi olarak silahlandırılmasına yönelik bir dizi çağrıda bulundu.
rejimin, ‘hama ilkeleri’ olarak da bilinen yakıp yıkma stratejisini izlemek suretiyle, ocak 2012’nin son günlerinden itibaren elde ettiği askeri başarılara yönelik analizlere, çoğunlukla, silahlı muhaliflerin kaybetmenin eşiğinde olduğuna dair değerlendirmeler eşlik ediyor. bu tür değerlendirmeleri öne sürenlerin, durumu çatışma alanlarında yeniden değerlendirmesi ve daha da önemlisi, suriye’de sürdürülen ve askeri literatürde dördüncü nesil savaşlar (4gw) olarak tanınmaya başlayan kategorideki savaşın mahiyetini anlaması gerekir.
rejim güçleri: büyük çabalar önemli sonuçlara yol açmıyor
suriye rejiminin siyasi konumu, çatışma alanlarındaki durumu ve ülkenin siyasi liderlerinin krizi ele alış şekilleri açılarından bakıldığında, rejimin şu ana kadarki askeri yaklaşımı dört aşamaya ayrılıyor. birinci aşama, mart 2011’in sonuna kadar devam etti. rejim, bu aşamada, dört temel güvenlik aygıtı (genel istihbarat, askeri istihbarat, hava kuvvetleri istihbaratı ve siyasi güvenlik) ile birlikte kolluk kuvvetlerini harekete geçirdi ve rejim milislerine, daha sonra verilen isimleriyle şebbiha (haydutlar) destek verdi. halk protestolarının üzerine gitmek için kullanılan yöntemler şunların bir karışımı olarak nitelendirilebilir: alışılagelmiş kalabalık dağıtma taktiklerine başvurmak, protesto liderlerini öldürmek için seçici bir şekilde gerçek silah kullanmak, toplu tutuklama operasyonları düzenlemek ve devrimin aktif kadrolarına işkence yapmak. amaçlanan, yerel yetkilileri cezalandırmak, devlet çalışanlarının maaşlarını arttırmak ve halkın özgürlüklerini kısıtlayan yasaları kaldırma sözü vermek suretiyle protestocuları yatıştırmaya çalışırken, protesto hareketini önceden saldırıda bulunarak engellemekti.
ikinci aşama, mart 2011 biterken başladı ve nisan ayının son günlerine kadar devam etti. rejim, önceki aşamadaki taktiklerinin aleni bir şekilde başarısız olmasının ardından, kendini korumak için bütün emniyet ve askeri aygıtlarını harekete geçirdi. bunlara, düzenli ordudan seçilen ve mezhepçi bağlılıklara sahip oldukları bilinen birliklerden oluşan cumhuriyet muhafızları (dördüncü zırhlı alayı ile özel güçlerin on dördüncü ve on beşinci alaylar) da dahildi. sistematik baskı bu aşamada oldukça netleşti. ilk önce, temel hizmetlerin ulaşmasını önlemek amacıyla mahalleler, bölgeler ve hatta şehirlerin tamamen çevrelenmesi için büyük birimlerin kullanıldığı ön hazırlıklar yapılıyordu. bu ön hazırlıkları, hedeflenen yerlere yönelik, dışarıdaki noktalardan yapılan ağır ve rasgele ateş takip ediyordu. özel güçler, ayaklanma polisi ve şebbiha milislerinin yüksek noktaların kontrolünü ele geçirmeleri için siper olarak kullanılan bu noktalarda, yerde kuş uçurtmamak için keskin nişancılar kullanılıyordu. böylece, hedeflenen yerlerde gündelik hayat bütünüyle felce uğruyor ve ağır piyade birimleri tarafından gerçekleştirilecek baskınların yolu açılıyordu. piyade birimleri de önceden belirlenmiş kişileri öldürmek, toplu tutuklama operasyonları yürütmek ve şehrin kalanını terörize etmek için kullanılıyordu. rejim güçleri, operasyonlarını tamamladıktan sonra ilgili alanlardan çekiliyor ve diğer mahalle, bölge ve şehirlere yapılacak benzeri saldırılara hazırlanmaya başlıyordu.
rejim, nisan 2011’in son günlerinde üçüncü aşamaya girdi. ikinci aşamadaki baskılar başarısız olmuştu. üstelik rejim çok sayıda insanın ölmesine neden olurken protestolar başkent ve çevresi dahil yeni alanlara yayılmıştı. bu aşamaya, ikinci aşamadaki taktiklerin derinleştirilmesi ile ülkenin kuzey ve güneyindeki protestocuların üzerine gitmek için (askerlerin sadık olup olmamasıyla ilgili bazı şüphelere rağmen) ordunun bazı düzenli birimlerinin (beşinci ve on birinci alaylar) devreye sokulması damgasını vurdu. rejim, aynı zamanda, protestolara yönelttiği silahlı saldırıları; tanklar, zırhlı araçlar ve bu zırhlı araçlara yönelik topçu desteğiyle birlikte ağır silahlar kullanmak (roketatarlar) suretiyle yoğunlaştırma yoluna gitti. bu aşamaya, haziran 2011’in başlarında, özellikle dera ve çevresinden olmak üzere, rejimin güney bölgelerinde uyguladığı şiddetten kaçan ve ayrıca hums, banyas, hama ve tel kelah’daki ayrım gözetmeyen öldürme olayları ve baskıdan kaçıp lübnan’a ulaşan sığınmacılar krizinin başlaması eşlik etti. bu kriz, rejim güçlerinin, idlib, cebel ez zaviye ve cisr eş şugur’dan başlamak üzere, yeniden konuşlandırılmasıyla birlikte daha da derinleşti. rejimin bu bölgelerdeki operasyonlarında yerleşim alanlarını helikopterler kullanarak bombalaması, halkın kitleler halinde türkiye topraklarına kaçmasına neden oldu (özellikle hatay ili ve ülkenin güneyindeki bazı diğer bölgelere). bu aşama, ocak 2012 ortalarına kadar sürerken, geniş çaplı kanlı operasyonlara rağmen protesto hareketini bastıramayan ve yaptıklarının insanlığa karşı işlenmiş suçlar seviyesine ulaşması yüzünden uluslararası toplum tarafından kınanan rejimin karşı karşıya kaldığı kriz daha da netleşmişti. bu aşamayla ilgili çok önemli bir nokta da, sığınmacıların komşu ülkelerle olan sınırları üzerinde toplandığı kamplarla ilgili. bu kamplar, uluslararası toplum üzerinde, sığınmacıların kaçmasına yol açan durumu değiştirme amaçlı bir müdahale için baskı unsuru oluşturmanın yanısıra, devrime para ve silah sağlanması ve ülke içindeki ve dışındaki silahlı muhaliflerin liderlik ve örgütlenme faaliyetleri açılarından da güvenli limanlar haline geldi.
suriye rejiminin, protesto bölgeleriyle sınırlı olmayacak şekilde ve insan hayatı ve sivil kayıplar konusuna en ufak saygı göstermeden aşırı güç kullanarak hama stratejisini uyguladığı dördüncü aşamaya girmesine birçok faktör yol açtı. bu faktörler şöyle sıralanabilir: silahlı muhaliflerin operasyonlarını genişletmesi; rejim güçlerinin, yoğun oldukları alanlarda ve ikmal yolları boyunca giderek daha fazla saldırıya maruz kalması; rejimin, başta idlib, hama, hums vilayetleri ve bir dereceye kadar dera ve deyr ez zor olmak üzere, ülkenin birçok bölgesinde kontrolü kaybetmesi; başkent şam’ın kırsalı ve merkezinde silahlı direnişin ortaya çıkması; ülke genelinde ayaklanmaları bastırma operasyonları için rejimin en güvendiği birimler üzerindeki baskının büyümesi; askerler arasında ihtilafın ve orduyu terk olaylarının artması ve komşu ülkelerdeki sığınmacılar krizinin yarattığı baskıyı gidermek üzere, suriye içinde güvenli alanların tesis edilmesi çağrısında bulunan uluslararası akımın güçlenmesi. dördüncü aşama, muhaliflerin sınırlı ateş güçleriyle ulaşabildikleri alanların dışındaki askeri üslerden yapılan uzun süreli (baba amr olayında 27 gün) ağır ateşlerle başlayan ve büyük askeri tertiplerin görev aldığı entegre askeri operasyonlar ile nitelendirilmiştir. bu operasyonların ardından ilgili alanlara girilmiş; köprü, yol kavşakları, resmi binalar ve hastaneler gibi anahtar noktalar ele geçirilmiştir. bunu da, engelleyici saldırının sonucu olarak bu bölgelerin sakinlerinin çoğunun kaçtığı veya öldürüldüğü bir ortamda, insan avları izlemiştir. arkalarında, muhaliflerin geri dönmesini engellemek ve normal hayata benzer bir şey inşa etmek için küçük askeri birimler bırakan bu tertipler, diğer bölgelerde benzeri operasyonları tekrarlamaya devam etmiştir.
görünen o ki, annan planı’nı kabul etmesine rağmen rejim, ülkenin kuzey ve orta bölgeleri ile batıda deyr ez zor ve güneyde dera’nın içinde ve dışında ‘hama stratejisi’ni (yakıp yıkma stratejisi demek daha doğru olabilir) izlemeye devam edecek. annan planı’nı kabul ettiğini açıkladıktan bir gün sonra, rejim güçlerinin on sekiz günlük ağır bir bombardıman neticesinde zaten büyük bölümü yok olan hama yakınlarındaki madik kalesi’ne düzenlediği ağır saldırı bunu çok net bir şekilde gösteriyor.
özgür suriye ordusu: büyümekte olan bir güç
silahlı muhalifler, rejimin acımasız askeri seferberliği yüzünden yerel düzeyde (ilk başta ülkenin kuzey ve batı bölgeleri olmak üzere) bir darbe almışlarsa da, bu savaşın mahiyetini (özellikle de konvansiyonel savaşlardan farklı olması anlamında) dikkate alan bir değerlendirme, öso birimlerinin suriye ve ötesinde etkin olduğunu ve varlığını sürdürdüğünü gösteriyor. yerel halkın can ve mal kaybı çok büyük olmasına rağmen, söz konusu birimlerin sahadaki varlığını (özellikle de askeri operasyonların sürdüğü bir ortamda) halk tarafından giderek daha fazla kabul görerek sürdürmesi, bu tür bir savaşta operasyonel etkinliğin en önemli ölçüsüdür. rejim, sebep olduğu yıkımla, kısmen de olsa, öso’ya karşı yaygın bir hoşnutsuzluk hali yaratmayı ve kitlelerinin öso’dan uzaklaşıp rejime yönelmelerini sağlamayı amaçlıyordu. öso’nun popülaritesi artık kanıtlanmıştır. örneğin, rejimin baba amr saldırısından sonraki cuma günü düzenlenen protestolarda en çok duyulan slogan “öso’ya silah verin” olmuştur. halk desteği, rejim tarafından çatışma alanlarına sürülen askeri birimlerde (özellikle de kuzey, güney ve şam’ın civarında konuşlandırılanlarda) yaşanan kayıpların üzerine tuz biber olmaktadır.
öso, büyük oranda, yakın bir zamanda kurulmuş olmasından ve rejimin askeri gücünün yer değiştirme becerisi ile ateş gücü konularındaki üstünlüğünden kaynaklanan dezavantajlara sahiptir. uluslararası toplumun yavaş hareket etmesi, öso’nun etkinliklerine operasyonel ve lojistik destek sağlama konusundaki tereddütleri ile ‘dördüncü nesil savaş’ kavramı ve bu savaşın mahiyetinin kabul görmesinin uzun zaman alması bu dezavantajlara eklenmektedir (söz konusu kabul, büyük can ve mal kaybı pahasına bile olsa zaman içinde normal bir şey sayılacaktır). silahlı muhalifler, ateş gücü ve yer değiştirme becerisi açılarından rejim güçlerinin lehine olan büyük dengesizliğe ek olarak, silah tedariki konusunda da (özellikle cephane açısından) sürekli bir sıkıntı içindedir; öyle ki uzun süreler boyunca çarpışmaları mümkün olamamaktadır. bunlara ek olarak, öso ağırlıklı olarak, operasyonlar alanının tamamı üzerinde bir strateji geliştirebileceği ulusal düzey değil yerel düzeyde örgütlenmiştir. yani, genel liderlik ve kontrol mekanizmalarının zayıflığına ek olarak, farklı yereller arasında askeri konularda asgari düzeyde dahi bir işbirliği ve koordinasyon mevcut değildir. bu durumu, özellikle, sürekli tekrarlanan bir hata olarak belirli bölgelerden uzun süreler boyunca çıkamamalarında görebiliyoruz (idlib, hums ve şam kırsalı örneklerinde olduğu gibi). bu noktalarda, rejim, birliklerini harekete geçirip, farklı noktalarla (ya da ceplerle) tek tek sırayla uğraşabilecek kadar zaman bulabilmiştir. daha da önemlisi, rejime, yerel halkı cezalandırmak üzere bu alanları ayrım gözetmeksizin bombardımana tutma gerekçesi de sağlamış ve bu sayede kitle ile rejimin saldırısına sebep olmakla suçlanan silahlı muhalifler arasında güvensizlik yaratabilmiştir.
diğer taraftan, suriye içindeki silahlı muhalif grupların çatısı olan öso, kendisine ciddi bir hayatta kalma kapasitesi ve saha becerisi veren birçok avantaja sahip. rejim güçlerine ait operasyonel ve lojistik ikmal yollarını, tuzaklar, doğrudan ateş ve karayollarına yerleştirilen bombalar gibi taktikler kullanarak hedeflemekte kaydettiği gelişme nitelik yönünden özellikle önemlidir. yerleşim merkezlerinin giriş yolları ve haberleşme hatları üzerinde rejim birliklerinin elinde bulunan kontrol noktalarına geceleri gerçekleştirilen yıpratma operasyonları da dikkat çekicidir. ayrıca, yakınlarda, özellikle de baba amr’daki çatışmaların ardından, rejim güçlerinin hedeflediği alanlardan dönen güçlerini yeniden konuşlandırmadaki esnekliği, yeni ve eşzamanlı cepheler açma kapasitesiyle birlikte, göze çarpıyor. (örneğin, mart 2012’nin ilk günlerinden itibaren rejimin ağır saldırılarına uğrayan idlib, cebel ez zaviye ve hama bölgelerindeki baskıyı hafifletmek için şam kırsalı ve banliyölerinde gerçekleşen çatışmalar gibi.) ayrıca, dördüncü nesil savaşların daha fazla bilinir ve anlaşılır hale geldiğine işaret eden net göstergeler de var. özellikle, uluslararası medyanın dikkatini çekme amaçlı operasyonların gerçekleştirilmesi, rejimin siyasi ve askeri karar vericilerine yüklenmek için manevi baskı yaratılması (18 mart 2012’de mezze mahallesinde gerçekleştirilen operasyon buna iyi bir örnektir) ve insanların yaşadığı alanlarda ‘terörizm’ olarak tanımlanabilecek bombalama olaylarına karışılmaması veya sorumluluk alınmaması açılarından. nitekim öso, bölgesel ve uluslararası düzeylerde ‘demokratik bir mücadele aracı’ olarak algılanmaya devam etmek amacıyla bu bombalama olaylarını kınamış ve sorumluluğu rejime yıkmıştır.
öso bir yandan rejimin ordularıyla çatışırken, diğer yandan
destek görmek maksadıyla uluslararası meşruiyet peşinde.
[freedomhouse, flickr]
suriye’de, eskiden bağımsız hareket eden birlikleri (tabur) içine alan takımlar (tugay) düzeyindeki oluşumların yanısıra, bölgesel ve yerel askeri konseylerin ortaya çıkmasıyla birlikte, komuta kontrol konusunda önemli iyileşmelerin olduğuna yönelik umutlandırıcı işaretler de belirmektedir. ayrıca, 24 mart 2012’de bir askeri konsey oluşturulmuştur. bu konsey; genel stratejiler geliştirmekten, dışarıdan fon ve silah alma işlemlerine yönelik düzenlemelerden ve muhaliflerin fraksiyonlarını birleştirici çatısı altında toplamaya çalışmaktan sorumludur. bu gelişme, şu ana kadar öso’nun operasyonlarında eksik kalan faktörler olarak işbirliği ve koordinasyonun geliştirilmesine yönelik olumlu bir adım anlamına geliyor. konsey, ayrıca, suriye ulusal konseyi’nin (suk) liderliği ile ulusal düzeyde de işbirliğini güçlendirecektir.
‘hama ilkeleri’ni farklı koşullarda kullanmak
rejimin perspektifinden bakıldığında, ‘hama ilkeleri’ stratejisine göre gerçekleştirilen yoğun operasyonların çatışma alanlarında etkili olup olmadığı konusunda kesin bir sonuca varmak mümkün değil. 1979-1982 ayaklanmasının yerelliği ve bu sebeple de sınırlı olan operasyon ortamı, günümüzdeki gibi medya ve iletişim araçlarının da bulunmaması sayesinde, baba esad’ın, küçük bir askeri güç üzerinden çok kısa bir sürede binlerce muhalifi yok eden, gelişigüzel operasyonlar gerçekleştirmesine izin vermişti. bugünkü halk ayaklanmaları ise katılanların sayısı açısından çok daha büyük, ülke üzerinde daha geniş bir alana yayılıyor ve modern teknolojinin izin verdiği kesintisiz iletişim imkanları ve medya kanalıyla izleniyor. bu durum, rejimi, aslında kendisini korumak için kurulmuş, sınırlı ve belirli bir mezhebe (ve kimi durumlarda belirli bir partiye) bağlılıkları olan, yetersiz güvenlik birimlerini daha yoğun bir şekilde kullanmak zorunda bırakmıştır. bütün bunlar, çarpışmalardan bitkin düşen birimlerin üzerindeki yükün ağırlaşmakta olduğu anlamına geliyor. söz konusu birimler, aynı zamanda, ciddi psikolojik baskılar altında; çünkü insanlık dışı eylemleri uluslararası toplumun gözleri önünde yaşandığı ve eylemleri aralıksız bir şekilde belgelenip kınandığı için zaman aşımı olmayan insanlığa karşı işlenmiş suçlardan sorumlu bulunmalarının yolu açılmış durumda.
rejim güçlerinin karşısında duran öso ise, büyük bir dayanıklılık göstermiş ve can ve mal kaybının yüksek olmasına rağmen halkın desteğini almaya devam etmiştir. burada, önemli bir nokta, silahlı muhaliflerin, çağdaş gerilla savaşı ilkelerini giderek daha fazla benimsemesidir. bu ilkeler, modern iletişim teknolojilerinden yararlanmanın yanısıra, maddi ve manevi bedeli bir tarafa bırakılarak uluslararası askeri müdahale noktasına ulaşılması umuduyla (ki rejimin sonuna kadar gözü kapalı bir şekilde öldürücü şiddet uygulamadaki ısrarına bakılacak olursa bu noktaya ulaşılması giderek daha mümkün görünüyor) dışarıdan siyasi ve askeri destek toplamaya yönelik bilinçli çabalar devam ederken meşru müdafaa hakkı ile ‘terörizmi’ ayıran kırmızı çizgiye basılmamasını açıklıyor. zaten, yerinde ve zamanında kullanılmayan ‘hama ilkeleri’nin (bu stratejiyi uygulayan baba ve oğul arasında bir aile birliği olmasına rağmen) içinde bulundurduğu ikilem de budur.
çatışan güçler arasındaki dengeye bakıldığında, uluslararası meşruiyetini yıpratan dış kınamalarla karşı karşıya kalmanın yanısıra, halk protestolarının genişlemesiyle birlikte kontrolünü kaybeden rejime bağlı güçlerin zaman içinde giderek bitkinleştiğini görüyoruz. öso ise, gerilla savaşına hızla uyum göstermiş ve faal oldukları alanlarda halkın sempatisini kazanmayı başarmıştır. türkiye’de güvenli üsler tesis etmesine olanak sağlayacak şekilde, uluslararası toplum tarafından farklı düzeylerde tanınmaya başlamıştır. öso’nun savaşına devam etmesine ve dolayısıyla rejim güçlerini daha da yormasına olanak sağlayan bu faktörlerdir. bu türde bir gerilla savaşı, suriye rejiminin umduğu gibi askeri yöntemlerle sonuçlandırılamaz. çözüm, siyasi olmalıdır ve bu savaşı, afganistan’da yaşanmakta olan savaşla karşılaştırmak isabetli olabilir.
kaynak: al jazeera araştırma merkezi
Yorumlar