Görüş
Beşar ve Nasrallah'ın haritaları
Hizbullah'ın çizmeye çalıştığı nüfuz hatları, Lübnan'da Doğu Bekaa’da başlıyor ve Irak sınırındaki çölün derinliğinde yer alan köylere kadar uzanıyor.

hums, taneleri etrafa dağılmaya başlamış son şehit şehir değil şüphesiz. ancak dikkatler, hums’un da ortasında yer aldığı, daha geniş ve diğer kentlerden daha temiz bir coğrafi alanın üzerinde toplanmış. hums’a ne oldu? onun hayaletini görenler, bu şehrin zamanında ’çılgın horoz’ lakaplı şair abdusselam bin ragban’a, ünlü tatlılara ve nüktelere kucak açtığını; despotun bütün nefes borularını kapattığı gün ise dağıldığını anlatıyorlar.
suriye’deki hums’tan lübnan’daki sayda’ya savaşın adresi açık. gelecek döneme hazırlık olarak sınırları çizmek ve temizlemek. bu dönem hemen gelmeyecektir ve hatta belki bir süreye kadar ertelenebilir. lakin savaşın toz bulutu oldukça yoğun; üstelik kartların hızlı karılmasının yanı sıra uygun uluslararası şartlardan istifade etme eğilimi gibi unsurlar da böyle bir adımın atılmasına (yani sınırların çizilmesi) izin veriyor veya ikna ediyor.
sayda’daki olay acil değildi. bütün bu gürültüye gerek de yoktu. (lübnanlı selefi imam) ahmed esir, hizbullah’ın güvenliği için tehlikeli bir olgu teşkil etmedi. sünni çevrelerde dahi kendisiyle ciddi şekilde ilgilenilmeyen, tecrit edilmiş biriydi esir ve hatta bir eğlence konusuydu.
bütün göstergeler, esir’in hizbullah’ın ustalıkla kurduğu tuzağa düştüğü yönünde. hizbullah, (silahlı üyelerinin kentte yerleştiği ) ‘apartmanlar’ hikayesini uydurdu, esir’i provoke etti ve öldürücü pusuya çekti. esir’in, hizbullah’ın bu olayın etkisiyle abra’dan güneydeki nakura’ya kadar kendi nüfuzunun hatlarını ve oluşumunun sınırlarını çizmek için eylem alanını hazırladığı bir piyon olduğu, dramatik sonu ve yoğun toz bulutunun dağılmasıyla ortaya çıktı. örgüt, lübnan sınırlarının hemen dışında yani suriye'deki gelişmeleri kullanarak, nüfuz hatlarını gayet titiz bir şekilde doğuda çiziyor. hizbullah'ın, hatların iki bölgede (abra ve nakura) çiziminin tamamlanmasının ardından, oranın bağlantı noktasını oluşturan batı bekaa’da esir olayını çıkarması zaten bekleniyordu. fakat bu durumun, yüz binlerce sünni’nin zorla tehcir edilmesini gerektireceği de gayet açık.
bu bölgelerin dürzi ve hristiyanların karışımı bir nüfus ihtiva etmesi sebebiyle örgüt kendisini tekfirci tehlikeyle mücadele eden azınlıkların savunucusu sıfatıyla sunmaya başladı. hizbullah’ın lideri hasan nasrallah, son konuşmasında hristiyanları, dürzileri, alevileri ve ismailileri savunduğunu, onların temsilcisi ve tekfirci sünnilikle mücadelede hamileri olduğunu belirtmedi mi?!
yalnız örgüt, sünnilerin bu bölgelerden koparılması sonrasında azınlıkların tehcirinin daha kolay olacağını, bizzat kendilerinin yavaş yavaş bölgenin dışına çıkmayı taahhüt edeceklerini kalbinin derinliklerinde iyi biliyor. azınlıklar içinden çok azı, ya şiiliğe girmek (özellikle de farklı mezheplerden insanlar şii oldular) ya da genişlemiş şii atmosferi kapsamında birer vatandaş olmak suretiyle bu bölgelerde kalacaktır.
suriye’de ise bu adımın devlet başkanı beşar esad ve askeri tugayları nezdindeki ciddiyeti ayan beyan görünüyor. ortada esad güçlerinin askeri faaliyetlerinin yapısıyla ilgili, hiç kimsenin dikkatinden kaçırmayacağı, şu yönde bir gözlem var: esad’ın askerleri sadece kendi bölgelerinde ciddi şekilde savaşıyorlar.
askeri analiz açısından bu vaziyet mantıklı görülebilir. zira bu bölgelerde rejim, kendisini destekleyen bir insan potansiyeli buluyor ve dolayısıyla diğer bölgelerdeki savaşının aksine, buralardaki her askeri operasyonunu başarıyla bitirmek için gerekli güce sahip oluyor. şöyle ki rejim, farklı gruplardan müteşekkil bir orduya dayanıyor, savaşa ilişkin hiçbir kanaati yok ve kendi destekçilerinin yaşadığı tehlikeyi hissetmediği gibi savaşa girme motivasyonuna da sahip değil.
ancak rejimin operasyonlarının güzergâhını ve yürütüldüğü coğrafyayı görenler, bu plan doğrultusunda yürütülen cehennem haritasının hemen farkına varacaklardır. nitekim rejim güçlerinin operasyonları, stratejik açıdan suriye topraklarını geri alma noktasında etkin görülmüyor veya en azından bu görev, daha elzem olan diğer görevin gerçekleşmesi (belirlenmiş stratejik hatların kontrol altına alınması) sonrasına ertelenmiş duruyor.
tüm bu hatlar aynı sahne içine toplandığında, devletin nüfuz hatlarını ve coğrafi olarak ittifak hilaliyle bağlantısını göreceğiz. esasen bu hatlar, irak ve lübnan ile net biçimde bağlantılı. bu hat, doğu bekaa’da başlıyor ve irak sınırındaki çölün derinliğinde yer alan köylere kadar uzanıyor.
bahsedilen hat dikkatli okunduğunda, onun mezhepçi ve etnik oluşumlar arasında bir bağlantı ve ayrım operasyonu olduğu kolayca anlaşılır. 1916 yılında orta doğu’daki yapıları bölen hatları çizen ünlü iki diplomatın, sykes ve picot’nun vardığı anlaşma etrafında bir kenetlenme operasyonu olduğu dahi idrak edilir.
yeni operasyon, bölgenin gölgesinde yaşadığı coğrafi, demografik ve ekonomik verilere dayanan önceki (sykes-picot) jeopolitiğini ortadan kaldıracak yeni bir jeopolitik geliştirmeyi hedefliyor. kurulacak yeni jeopolitikte; süreklilik ve gelişim noktasında bu oluşumlara asgari düzeyde destek olabilecek, bilhassa da suriye ve irak’ta uluslararası bir yapının diğeri üzerinde hegemonya kurmasını engelleyecek belirli dengelerin sağlanması gözetiliyor.
peki, bu durum yaşanan katliamlar açısından ne anlam ifade ediyor? acaba doğal yaşama dönüşün imkansızlaştığı düşüncesi iyice yerleşti mi? dolayısıyla gelişmelerle yeterli ve uygun ciddiyetle ilişki kurulmaması tam bir aptallıktır. yoksa bu durum, savunma yapısına sahip doğal bir önlemden mi ibaret veya çekişme ne kadar uzarsa uzasın gelecek müzakerelere bir tür hazırlık mı? o vakit, özellikle sınırlarla ilgili kartları dengeli olan kazanır.
bazıları gerçek durumun öyle olmadığını, yaşananların beşar rejimi ve nasrallah cemaatinin uyguladığı taktiklerden ibaret olduğunu ifade ediyor. bu taktiklerin hedefi ise yeni bir müzakere ortamı yaratmak ve gerçekçi dosyaları koruyacak bir diziyi işleve koyacak yeni eğlence unsurları geliştirmek. böylelikle o unsurlar da belki beşar’ın suçlarını gizler, suriye yönetimini rehabilite eder ya da hizbullah’ın silahının müstesna konumunun sonlandırılması talebini gözlerden uzak tutar.
gerçekten de bu hedefler var olabilir. burada önemli olan, beşar rejimi ve hizbullah’ın uluslararası baskılardan kurtulmuş, yerel ve bölgesel rakiplerinin zayıfladığı rahat bir ortamda çalışması. böylesi bir vasatta beşar ve hizbullah, hedef ve seçenekler bağlamında geniş bir alan açabilir ve seçeneklerin çoğunluğunu yaşanabilir kılabilirler. her ikisinin de suriye ve lübnan’daki askeri, yönetimsel ve kurumsal güçleri, onlara başkalarının seçeneklerini sınırlama olanağı sağlıyor. bunu da ahmed esir olayı ve suriye muhalefetinden kaynaklanan birçok gelişmede olduğu gibi, ya etkisi az yüksek tonlu tepkiler vererek yürütüyorlar ya da muhaliflerini istedikleri noktaya çekerek, yani mezhepçi söylemi kızıştırıp onları bölünme talebinde bulunma seviyesine getirerek yapıyorlar. suriye devriminin destekçileri nezdinde, suriye’nin nasıl bir hale geleceği değil bu acımasız ölümden nasıl kurtulacağının önemli olduğu yönünde umutsuz düşünceler belirdi.
beşar-hizbullah ikilisi ve hazar’dan akdeniz’in derinliklerine kadar kendi hilalini yerleştirmeyi kollayan müttefikleri iran, uluslararası çöküş dönemindeki bir noktadan (avantaj) anları kopardılar. bu da beşar-hizbullah-iran ittifakına, olabilecek en kötü sömürgeci ve mezhepçi eylemleri yapma imkanını verdi. ittifak, büyük bir göz boyama operasyonu çerçevesinde, kendini direniş ve direnişçiler listesine kaydetmekte ısrar ederken; (bölgedeki) diktatör rejimlerin politika ve yöntemleri ise basit ve yüzeysel görünüyor.
yukarıda açıklanan siyasetin profesyonelliği ve ustalığını kabul etmek gerekir. zira bu siyaset, gelişmeleri tarihin belirli bir dönemine bırakan saf bilinçlere vurulmuş bir tokattır. bu bilinç, kurtuluş ve direnişi birbirine karıştırdığı gibi suriye rejiminin, ortağı hizbullah’ın ve müttefikleri iran’ın savurduğu ideolojik karışımın küstah ve faşist, otokratik içeriğinden gafil kaldı. mevzu bahis ideoloji, umutsuz laiklik, mezhepçi islamcılık ve sisli milliyetçiliğin bir karışımıdır.
bir asır önce avrupa ülkeleri, maşrık sınırlarını kendi çıkarlarına ve o zamanın stratejik şartlarına göre yeniden çizmişlerdi. bu güçler gitti fakat harita aynen kaldı. buradaki büyük ironi; avrupa ülkeleri kendi sınırları çizmek için en iyi yolu bulurlarken, osmanlı saltanatından koparılan arap ülkelerinin hâlâ kendilerini yakmayı ve yıkmayı sürdürmeleridir.
beşar-nasrallah haritaları, sykes-picot haritalarının tahayyül edilen ‘kötü’ bir teorik modelidir. doğu halkları, bu haritaların hayaletinden uzaklaşmak için ömürlerini ve özgürlüklerini verdiler. direniş ekseni grubunun o haritaları müjdelemesi, gerçekten de büyük ironilerden. beşar-nasrallah-iran grubu, bugün maşrık bölgesinin cesedi üzerinde güce başvurarak bu haritaları çiziyor.
1965 şam-yarmuk doğumlu olan gazi tahir dahman, siyaset bilimi öğrenimi gördü. arap gazetelerinde araştırma ve makaleleri yayımlanan dahman’ın, ‘uluslararası hukukta kudüs’ adlı bir kitabı bulunuyor. yazarın ‘arap-afrika ilişkileri’ başlığını taşıyan kitabı ise baskı aşamasında.
bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve al jazeera’nın editöryel politikasını yansıtmayabilir.
Yorumlar