Görüş

Doğru yönetim, olgun toplum

Demokrasinin tesis edilmesi tek başına yeterli değil; özgürlüğün yanında adaletin de sağlanması gerekmektedir.

Konular: Dünya, Ortadoğu
Cemal Abdül Nasır 1956 yılında Kahire'de karşılanıyor.
Arap dünyasındaki despotlardan kurtulma girişimleri Arap milliyetçiliği zamanında da vardı, ancak istenilen sonuçlara ulaşılamadı. [Kamu malı]

niçin biz araplar ve müslümanlar ilk demokratik rejimin yaratıcıları olmadık? niçin asırlar boyunca bozguncu yönetimi meşrulaştıran veya ‘adil despot’ düşüncesi gibi bozgunculuk bakımından altta kalmayan alternatifler arayan kısır düşünce sistemi içinde başarısız olduk? bu soru “niçin kapitalizmi, sanayiyi, bilgisayarı, aya çıkmayı ve genlerin sırlarına dalmayı bizler keşfetmedik” türünden de olabilir.

bu durum bizi otomatik olarak 1970’lerin sonlarında yönelttiğim “niçin bizler geri kaldık” yollu saplantıya ve çeyrek asır boyunca zihnimde nihai olmayacak bir yanıta varmak için gelişen farklı yanıtlara götürdü. bu yanıtı amerikalı yazar jared diamond’un fikirlerinden de etkilenerek ‘ümmetin bu zamanda bir yeri olsun’ adlı kitabımda önermiştim. diamond, benden önce (ırkları ve dinleri ne olursa olsun) bütün insanların aynı zihni kapasiteye sahip olmalarına rağmen halklar arasında farklı ilerlemelerin sebepleri hakkında sorgulamalarda bulunmuştu.

soruyu tersten sormak daha önemli: bir gün geri kalmışlığa nasıl dönmeyiz? maddi ve manevi zenginlikleri yaratmaya kadir en iyi eğitim, kültür, araştırma, ekonomi, yargı, güvenlik ve sağlık sistemlerini (ki bu sistemler olmadan maddi ve manevi zenginlikler geliştirilemez) nasıl üretebilir ve geliştirebiliriz?

karanlık tarihimiz, siyasi sistemin yapısının bu sistemlerin inşası veya yıkımında esaslı rol oynadığına en önemli kanıt oluşturuyor. bu yüzden en büyük saplantımız, yıkılacak değil, kollanacak bir siyasi sistemi nasıl inşa etmek oldu.

her türlü despotluğun acısını tatmaları sonrası araplar için bugün açıkça görüldü ki, (küçük bir azınlık 15 asır boyunca bir serabın peşinden koşmak dışında bir başarı elde etmediğimizi dikkate almaksızın hilafet hülyasına bağlı kalsa da) böyle bir sistem ancak demokrasi olabilir.

bir gün gelir, tarihçilerimiz demokrasiyle ilişki konusunda şartlarını, aktörlerini ve sorunlarını titiz şekilde tanımlamak amacıyla içinden geçtiğimiz üç aşamaya önem verebilirler. bunlar; 19. yüzyıl sonundan başlayarak batı siyasi düşüncesi ve sömürgeciliğiyle temas kanalıyla ‘keşif aşaması’, 20. yüzyıl’ın ortasından başlayarak etkisi artan siyasi güçlerin stratejik bir tercihi olarak benimsemek suretiyle ‘fikri kavrama’ aşaması ve son olarak içinde yaşadığımız ‘zihnen uyum sağlama’ dönemi. arap devrimi kendisini despotluğun alternatifi siyasi bir sistem olarak empoze etmek için kapıları ardına kadar açtı. bu despot rejimlerin vatanseverlik, milliyetçilik, sosyalizm veya islam’la insanları ikna eden bozguncu rejimler olduğu anlaşıldı.


herkese oy hakkı talebi 19. yüzyıl boyunca batı ülkelerinde
sert bir direnişle karşılaşmıştı. [ch. chusseau-flaviens, flickr]

sorun, ‘uyum sağlamanın’ arap çoğunluğu açısından ‘bireysel özgürlükler, genel özgürlükler, yargı bağımsızlığı ve iktidarın özgür seçimlerle barışçıl değişimi’ diye bilinen dört oluşumuyla hazır reçetenin uygulanması anlamına gelmesidir. bu mekanik uygulama kanalıyla bazıları doğru yönetimi garanti eden siyasi rejimi kazanmayı bekliyor.

böyle bir bakış açısı demokrasiyi görüntüye, doğru yönetimi de demokrasiye indirgiyor. zira demokrasinin iktidarın yapısına ilişkin yüzeysel bir bakış açısı bulunmaktadır.

böylelikle tunus kurucu meclisi’nde bu yıl anayasanın hazırlanması sırasında britanya tarzı parlamenter sistemi savunanlar ile başkanlık sistemini savunanlar arasındaki tartışma kızışıyor. birinci grup hurma ağacının lezzetli meyvesini ancak belirli bir toprakta verdiğini bilmezlikten gelecektir. parlamenter sistem, (britanya ile aynı batı kültürüne sahip iki ülkede) 1930’larda almanya’yı nazi rejimine ve fransa’yı kronik istikrarsızlığa götürdü. fransa’daki kronik istikrarsızlık 1958 yılında fransız halkının ezici çoğunlukla ılımlı başkanlık sistemi lehinde oy kullanmasıyla sonuçlandı.

keza başkanlık sisteminin destekçileri de bu sistemin 1960’larda tunus’ta dahil bir çok ülkede despot rejimler doğurduğunu görmezlikten geleceklerdir. daha da önemlisi bu tür bir tartışma, halklarımızın despotluğa karşı (kalkınma ve sosyal adalet taleplerini gerçekleştirme gücüne dair bütün umutları kaybettikleri için) ayaklandıklarını ve yarın aynı sebepten ötürü demokrasiye karşı da ayaklanabileceğini unutturacaktır.

demokrasiyi inşa etmek

demokrasiyi kendi içinden ve demokrasi için eleştiren bir arap demokrasi düşüncesinin olmayışı, arap demokratlara iki cephede mücadele etmeyi dayatan tarihi bir sürecin sonucudur. birincisi despotlukla mücadelede ve ikincisi siyasal islam’la rekabet. dolayısıyla demokrasinin kalın yüzeysel çizgilerine bağlı kalındı, rakiplere ilave kozlar verilmemesi için demokrasinin eksikliklerine ve sınırlarını itiraz edilmedi.

ister laik, ister islamcı arka plana sahip olsun arap demokratların iktidara gelmesiyle birlikte konunun temeline, yani demokrasinin insanların geçim sıkıntılarını çözme ve en kötü ihtimal yaşamın zorluklarını hep aynı kesimlerin üstlenmesi yerine herkese adil şekilde dağıtma gücüyle ilgili mevzulara girmek kaçınılmaz oldu.

usul açısından demokrasi, iktidar ve servetin barışçıl şekilde paylaşımı etrafındaki sert sosyal çekişmeyi yasalaştırmaya çalışan yasalar ve mekanizmalardır. ancak demokrasi derinlerde bastırılmış çoğunluğun (kendisi için özgürlük ve adalet gibi iki temel hedefi gerçekleştirmesi amaçlı) derin talebidir.

sayısız deneyimlerle sabit oldu ki demokrasi, özgürlük talebini gerçekleştirmekte başarılı. bu da sosyal tıkanıklığı aza indirgiyor. ancak demokrasi adalet talebini gerçekleştirmekte hep başarısız kalıyor. bu da tıkanıklığın dozunu arttırıyor. abd’de nüfusun yüzde 20’si banka mevduatının yüzde 93’üne sahip. fransa’da yüzde 1, milli servetin yüzde 24’üne sahipken nüfusun yarıdan fazlası servetin sadece yüzde 6’sına sahip.

burada şaşırtıcı soru şu: niçin çoğunluk daimi olarak üçlü dağılımda ve özellikle de servet dağılımında adaleti sağlamakta aciz kalıyor. oysa çoğunluk, seçim sandıkları önündeki eşitlik sayesinde temsilcilerini (anahtarları elinde olması gereken) iktidara taşıyabiliyor.

herkese oy kullanma hakkı verilmesinin 19. yüzyıl boyunca batı’da sert bir direnişle karşılaştığını hatırlatmalıyız. zira oy kullanma hakkı varlıklı kişiler ve erkeklerle sınırlıydı. zira kadınlar söz gelimi fransa’da oy kullanma hakkını ancak 1946’da elde edebildi.

direniş, burjuvazinin toplumdaki fakir çoğunluğun parlamentoya girmesine ve her şeyi altüst etmesine yönelik endişenin sonucuydu. çok geçmeden bu endişeler buharlaştı. herkese oy kullanma hakkı verilmesi fakir çoğunluğun temsilcilerin kazanmasına yol açmadı. tam aksine bugün abd senatosu’ndaki milyonerlerin oranının toplumdaki milyoner oranının elli katına denk olduğunu görüyoruz.

peki, böyle bir ironi neyle açıklanabilir? doğal olarak açıklama, paranın medyayı kullanarak fakirleri kendi fakirleşmelerinin sebebi olanları seçmeye sevk etme gücünde saklı. böylece fakirler, değiştirmek için mücadelesini verdikleri aynı sosyal düzeni korumuş oluyorlar. 

son yıllarda batı’da esen ekonomik krizler sırasında şirketlerin ve bankaların demokratik devlete tahakküm kurma ve sadece kendi çıkarları için çalışan gizli aristokratların çıkarlarına hizmet amacıyla devleti yönlendirme noktasında oynadığı role dair bilinçlenme arttı.

sorun, küresel sermayenin demokratik devletin en önemli iki hedefinden birini gerçekleştirmekte aciz kaldığını gösteren tek taraf olmaması. ortada demokratik devleti tehdit eden başka taraflar da var. her demokratik ülkede halkın temsilcilerinin, yasama, yürütme ve yargı arasında siyasi iktidarın dağılımı etrafında çekiştiği bir zamanda, gerçek iktidarın büyük bir kesimi sadece ekonomik kurumun bileşenleri arasında değil, aynı zamanda askeri, dini ve bürokrat kurumlar, istihbarat, medya ve organize suç organları arasında dağılmış olduğunu görüyorsunuz.

birisi çıkıp ‘ekonomiye yön veren, işlenen suçların peşini bırakmayan ve medyayı organize eden siyasetin kendisi değil midir’ diye sorabilir. evet, bu tespit doğru. ayrıca mafyanın siyaset kurumun bedenine nüfuz etmesi gibi, iktisatçıların bu kurumu uyarladıkları, medyanın yönlendirdiği, istihbaratçıların şantaj yaptığı ve askerin tehdit ettiği de doğru. bu yüzden siyasetçiler, zamanlarını insanların sorunlarını çözmekle değil, kendileri gibi seçmenlerin iktidarına tâbi olmayan güçlerin yollarına yerleştirdiği mayınlarla uğraşmakla harcıyorlar.

o halde iktidar düşündüğümüzden daha karmaşık şekilde dağıtılmıştır. bu dağılım gelecekte daha da artacak. zira bu işin kuralı (tarih boyunca görüleceği üzere) totaliterlik ve bireyciliğin (kral-din adamı şeklinde tanımlanabilir) artan kan kaybına uğraması, er ya da geç iktidarın kaderinin ordu komutanları, din adamları ve tüccarlar arasında dağılmasıdır.

bunun böyle olması kaçınılmaz. zira insanlığın avcılık ve toplayıcılık çağından tarım, sanayi ve bilgi çağına geçişiyle birlikte toplumların karmaşıklığı artıyor. her geçişte uzmanların sayısı ve nüfuzu artıyor, açgözlülüğü ve kıskançlığı artan taraflar arasında bir pasta gibi bölüşülen iktidarın büyük bölümünü istila ediyorlar ve herkes kendi payını alıyor.

o halde siyaset, ehli kral-din adamı mutlak iktidarından belirli bir parça alabiliyor. bu siyaset ehli içindeki demokratlar ise kısa süreliğine kuşkuyla dolu kısıtlamalarla karşılaşıyorlar. buna karşın bizler çağdaş toplumlarımızda askerin, istihbaratların, paranın, teknokratların, medya ve organize suç örgütlerinin gücünün vatandaşlar karşısında sorumsuz hareket ettiklerini görüyoruz. bu güçler periyodik değerlendirmenin dışında ve güven içindeler. devasa servetin mirasçısının, etkin televizyon kanalının, bürokratik veya istihbarat gücünün programlı ve önceden belirlenmiş bir sonu olmuyor. 

burada abd’de federal soruşturma bürosu fbi’ın başkanı edgar hower örneğini hatırlatabiliriz. hower, görevine 1924’te başlamış, 48 yıl koltuğunu korumuş, bir kısmına şantaj yaptığı sekiz başkana hizmet etmiş ve onları kullanmıştı. işlenen suçlarda büyük pay sahibi olduğu bugün anlaşılıyor.

o halde ortada siyasi iktidarın tâbi olduğu denetim, değerlendirme ve görev değişimine boyun eğmeyen iktidarlar/güçler var. dolayısıyla kendi yönlendirmeleriyle veya kamu çıkarına zarar verecek usulsüzlük ve yolsuzluk gibi daha sert uygulamaların arkasına gizlenerek siyasi iktidarı sabote edebilmekteler. perde arkasındaki bu güçler arasındaki ortak payda, zenginliğin büyük dilimini küçük bir azınlığın alması, bütün araçlarla adalet talebinin önüne geçilmesi, despotluk kanalıyla doğrudan veya demokrasinin kendisini bozarak yahut ayrıcalıkları tehdit edildiğinde demokrasiyi felce uğratarak dolaylı yolla adalete karşı konulmasıdır.

zaman ve yer anlamında en geniş kapsamda kazanılan deneyimlerle açıkça görüldü ki demokrasi, olgun yönetimin zaruri koşulu, ancak yeterli şartı değildir. demokrasi tek bir gücün siyasi iktidarın üç oluşumunu (yasama, yürütme ve yargı) elinde tutmasını engelliyor, ancak başka güçleri (medya ve ekonomik) kontrol altına alma faaliyetleri zayıf kalıyor ve hatta konu istihbarat ve mafya gücüyle ilişkili olduğu zaman bu kontrol imkansız hale geliyor.

teorik ve pratik soru şu: hangi demokratik, istikrarlı ve etkin siyasi sistemin temellerinin, (hastalıkla tedavi olma yöntemini hayata geçirecek hiçbir despotça uygulamaya düşmeden) gizli aristokratlar üzerinde güçlü eli olabilir?


"abd’de nüfusun yüzde 20’si banka mevduatının yüzde 93’üne
sahip." [reuters]

siyasi düzlemde özgürlük ve adalet için mücadele eden demokratların, vatandaşların değerlendirmesine tâbi olmayan platformlarda müttefiklerinin bulunması gerektiği aşikar. özellikle de buralardaki vatandaşlar desteklenmeli, sayıları artmalı, gizli bütün güçler üzerindeki perdenin kaldırılması ve gözler önünde hareket etmeleri için sürekli seferber edilmeli.

bu durum bizleri iki sorun karşısına koyuyor: ilki, başkalarının bütün deneyimlerini incelemekle başlayarak adaleti öngörmenin ve özgürlüğü korumanın en iyi araçlarını bulana kadar anayasalar, yasalar ve mekanizmalarla ilgili dosyalarda yenilik ve yaratıcılık. ikincisi, gizli aristokrasilerle ilgili gerçekçi maksimum bilgilere sahip olan olgun toplumun, yani vatandaşların toplumunun inşası. bu olgun toplum her düzlemde yolsuzlukla mücadele etmektedir. denetleme, muhasebe ve eğitim araçlarıyla yolsuzluğu kökünü kurutarak bunu yapar. bu operasyon kesinlikle bitmez. zira yolsuzluk bitirilemeyecek zararlı bir ottur, ancak sürekli kökünün kurutulması için etkin araçlarla mücadele edilmektedir. bekçilerin inadı hırsızların inadından her daim daha büyüktür.

bugün yeni nesillerin, gerçek güçlerin, dağılımlarının, araç ve arka planlarının en ince teşhisi konusunda eğitilmelerinden daha önemli ve can alıcı bir şey yoktur. yurttaşlık eğitiminin ilkokul, lise ve üniversitelerde okutulan ve bütün aşamalarda başarılı olması zorunlu görülen bir ders haline getirilmesinden daha önemli bir şey yoktur. bu vatandaşlık eğitimini ömür boyu süren bir eğitim maddesi olarak korumaktan daha önemli bir şey yoktur. bununla birlikte bütün sivil toplum kuruşları adaleti kurban etmeden özgürlük, özgürlüğü kurban etmeden adalet projesini korumak için finanse edilmeli ve cesaretlendirilmelidir.

o halde olgun toplum olmadan doğru yönetim olması imkansızdır. zira biri olmadan diğeri var olamaz ve devam edemez. bizi bekleyen ne kadar teorik ve pratik sorun var! devrim bizlere hazır reçeteleri taşıyanlardan değil, yaratıcı ve yenilikçilerden olmamız için tarihi bir fırsat veriyor.

munsif el marzuki, tunus’un dördüncü cumhurbaşkanı, düşünür, siyasetçi ve insan hakları savunucusu. cumhuriyetçi kongre partisi’nin 21 temmuz 2001’deki kuruluşundan 12 aralık 2011 yılına kadar genel başkanlığını yaptı. tıp alanında doktorası bulunan marzuki hukuk, siyaset ve düşünce konularında yazılar yazıyor.

bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve al jazeera'nın editöryel politikasını yansıtmayabilir.

Munsif Marzuki

tunus eski cumhurbaşkanı, düşünür, siyasetçi ve insan hakları savunucusu. cumhuriyetçi kongre partisi’nin 21 temmuz 2001’deki kuruluşundan 12 aralık 2011'e kadar genel başkanlığını yaptı. israil'in gazze'ye yönelik ablukasını delmeyi hedefleyen 3. özgürlük filosu'nda yer aldı. Devamını oku

Yorumlar

Bu sitede yer alan içerikler sadece genel bilgilendirme amacı ile sunulmuştur. Yorumlarınızı kendi özgür iradeniz ile yayınlanmakta olup; bununla ilgili her türlü dolaylı ve doğrudan sorumluluğu tek başınıza üstlenmektesiniz. Böylelikle, Topluluk Kuralları ve Kullanım Koşulları'na uygun olarak, yorumlarınızı kullanmak, yeniden kullanmak, silmek veya yayınlamak üzere tarafımıza geri alınamaz, herhangi bir kısıtlamaya tabi olmayan (format, platform, süre sınırlaması da dahil, ancak bunlarla sınırlı olmamak kaydıyla) ve dünya genelinde geçerli olan ücretsiz bir lisans hakkı vermektesiniz.
;