Görüş

İsrail-Filistin barış umudu dibe vurdu

Arap Baharı etkisiyle İsrail'deki barış isteği zayıflıyor. Filistin ile barışı destekleyen, fakat böyle bir barış anlaşmasının gerçekten barış getirip getirmeyeceğinden emin olmayan İsrail'deki iyimser ve ılımlı kesimin de hevesi körelmiş durumda.

İsrail-Filistin barışı için çok çabalayan ABD Dışişleri Bakanı John Kerry, müzakerelerin çıkmaza girmesinden İsrail'in sorumlu olduğunu kabul etti. [AFP]

amerika birleşik devletleri dışişleri bakanı john kerry, selefi hillary clinton'dan farklı olarak, israil-filistin barış süreci ile ilgili girişimlerine göreve gelişinin hemen ardından başlamayı tercih etti. bu cephede elde edeceği başarı, kerry'nin ismini tarih kitaplarına yazdıracak; barack obama yönetimi açısından ise barış anlaşması, orta doğu'da sürekli başarısızlığa uğrayan politikalarının ardından kurtarıcı görevi görecek.

bununla birlikte kerry, 8 nisan 2014 tarihinde abd senatosu dış ilişkiler komitesi'nde yaptığı konuşmada, müzakerelerde önemli bir çıkmaza girildiği imasında bulunarak beklentileri düşürdü. amerikan dışişleri bakanı, kendi dönemindeki çalışmalar ile önceki yönetimler arasında bir kıyaslama yaparken, kişisel gayretlerinin de başarısızlıkla neticelenebileceğinin sinyallerini verdi.

kerry'nin açıklamalarının belki de en şaşırtıcı yanı, müzakerelerin bozulmasından büyük ölçüde israil'in sorumlu olduğunu kabul etmesiydi. israil ve filistin daha önce israil'in elindeki son filistinli mahkumların da serbest bırakılması konusunda anlaşmaya varmıştı. ancak israil tarafı daha sonra mahkumları serbest bırakmayı reddetmiş ve ardından da kudüs'teki yeşil hat üzerinde 700'den fazla yeni konut inşa etmeyi planladıklarını duyurmuştu.

filistinlililer açısından çatışma hayatın azami düzeyde içinde. onlara göre filistin, duvarlar, ayrı yollar, istimlak edilmiş araziler ve kontrol noktalarından oluşan bir dünya.

by Louis Fishman

bu yeni kördüğümden dolayı israil'in suçlanmasına şaşırmamak gerek; zira israil başbakanı binyamin netanyahu, son müzakerelerin en başından bu yana işleri ağırdan alıyor. fakat barış görüşmeleri aslında israillilerin çoğunluğu açısından acil önem arz etmediğinden, netanyahu'nun bu tutumu yanına kâr kalıyor. geçtiğimiz 10 yıllık süreçte israil, çatışmayı kontrol altında ve düşük bir seviyede tutmayı başardı. filistinlilerin gündelik hayatı ise durumdan ağır şekilde etkilenmeye devam ediyor.

filistinlililer açısından çatışma, hayatın azami düzeyde içinde. onlara göre filistin; duvarlar, ayrı yollar, istimlak edilmiş araziler ve kontrol noktalarından oluşan bir dünya. alınan bu tedbirlerle adeta "güvenlikli site" benzeri bir ortamda yaşar hale gelerek kayıtsızlaşan israillilerin ise pek azı, filistinlilerin içinde yaşadığı gerçeği görmek için duvarın diğer tarafına bakıyor.

israil halkının barış sürecine olan ilgisizliği, geçtiğimiz 22 ocak 2013'te gerçekleştirilen parlamento seçimlerinde de bariz şekilde görülüyordu. müzakereler, israilli seçmenin gündeminde, aşırı tutucu haredilerin (ultra-ortodoks yahudilerin) de askere gitmeye mecbur kılınması ya da küçülen israil orta sınıfının ciddi endişe kaynaklarından olan ev fiyatlarının düşürülmesinden çok daha aşağı sıralarda yer alıyordu.

doğrusunu söylemek gerekirse, zenginler - yani siyasi arenada gerçekten fark yaratabilecek olanlar - burada belirleyici noktada duruyorlar. zenginler prensipte işgale karşı bile olsalar, bu kesim nezdinde israil ekonomisi nispeten güçlü kaldıkça, tabiatı itibarıyla toprak vermeye karşı olan israil hükümeti üzerinde oluşturulacak baskı son derece sınırlı kalacaktır. israil'in ileri teknoloji alanındaki başarıları ve yeni keşfedilen doğalgaz kaynakları göz önüne alındığında, bu gerçeğin değişme ihtimali de düşük görünüyor.

öte yandan, hem arap baharı hem de abd veya suriye örneğinde olduğu gibi rusya destekli diktatörlerin kişisel özgürlükler pahasına istikrarı sürdürdüğü eski bölgesel sistemin çöküşü etkisiyle, israil'deki barış isteği zayıflıyor. filistin ile barışı destekleyen, fakat böyle bir barış anlaşmasının gerçekten barış getirip getirmeyeceğinden emin olmayan israil'deki iyimser ve ılımlı kesimin de hevesi körelmiş durumda.

bu şüpheci kesimin, israil'in kuzey ve güney komşularına bakması yeterli. suriye'de yüz binden fazla insan katledildi; lübnan'da israil'in baş düşmanı hizbullah, bir istikrar denizi olmaktan fersah fersah uzakta; mısır'da karışıklık yüzünden şiddet kol geziyor. bu koşullarda israil, filistinliler ile barış anlaşması imzalasa dahi, gazze'de hamas ile çıkmaza girilmesinin geri dönüşü olamaz gibi görünüyor.

israil’in bitmeyen iç siyaset sorunları

yukarıdaki nedenler dışında, şüphesiz, israil'in barış arayışına dahil olmasını neyin engellediği, ülkenin genel anlamda liderlikten yoksun oluşundan ve bitmek bilmeyen siyasi krizlerinden belli oluyor. örneğin, netanyahu defalarca iktidara gelmiş bir isim ve her ne kadar seçim kazanmakta başarı sağlasa da, koalisyon kurmakta kötü olduğundan, iktidarda sürekli emaneten yaşamak durumunda kalıyor.

işçi partisi ise oluşumun simge ismi olan eski lideri izak rabin’in 1995 yılında uğradığı suikast sonucu hayatını kaybetmesinin ardından, bitmeyen bir yer kapmaca oyununa kapıldı. partinin şimdiki lideri izak herzog umut vadeden bir isim gibi görünse de, bugün artık neredeyse işlevsiz durumdaki bir siyasi yapının başındaki bir isim ne kadar umut vaat edebilir?

şu anda israilliler açısından barış için pek fazla teşvik unsuru olmasa da, dünya kamuoyundaki değişiklik ve uluslararası ekonomik yaptırım tehdidi, önemli bir dönüşümü işaret ediyor. 

by Louis Fishman

çoğu kimse, netanyahu’nun anlaşmaya varma konusundaki samimiyetinden haklı olarak şüphe ederken, pek çokları da israilli lideri zayıf ve filistinlilerin taleplerine boyun eğmeye meyilli biri olarak değerlendiriyor. bu durum, israil'in siyaset dünyasının resmini veriyor. ortamı, başbakan’ın içeriden muhalefet gördüğü ve parlamentodaki muhalefetin ayakta kalmasının, ancak iktidar partisindeki bölünmeye dayalı olduğu, dengesiz bir gerçekliğe götürüyor ki, bu da gelecek için asla güvenilir bir yol haritası sunmuyor.

son krizin ardından, hükümetin büyük ortaklarından, yerleşim yanlısı yahudi evi partisi lideri ve ekonomi bakanı naftali bennett, netanyahu’nun ileri gidip yukarıda bahsedilen filistinli mahkumları serbest bırakması halinde desteğini çekeceği tehdidinde bulundu. bu gerçekleştiği takdirde, ülkenin yeniden seçime gitmesi muhtemel. böyle bir durumda, israil'deki siyasi iniş çıkışlardan bıkan seçmen üzülüp sandık başına gitmeyebilir ve bu da aşırı sağı daha da güçlendirir.

israil'deki söz konusu siyasi kriz, 1993 yılında imzalanan fakat başarısız olan oslo anlaşması’ndan bu yana devam ediyor. aradan geçen süre zarfında, gerek işçi partisi gerekse de netanyahu'nun likud'u, batı şeria'da endişe verici bir hızda devasa koloniler kurmayı sürdürdü. her iki partiden gelen siyasetçiler de bu suretle, barış sürecinin çıkmaza girmesini suistimal ettiler.yahudi yerleşimleri filistin topraklarına iyice kök saldıkça, kudüs’teki filistin mahalleleri kuşatılıp sınırlandı.

yakın gelecekte yahudi nüfusunun ciddi şekilde azınlığa düşecek olmasının yol açtığı “demografik tehdid” olasılığının bertaraf edilmesi için netanyahu’yu hızlı hareket etmeye çağıran israil solu ve abd yönetimi, başbakan’ın başka seçeneklerinin de olduğu gerçeğini gözden kaçırıyor.

mesela, batı şeria’daki bölgelerden tek taraflı olarak çekilmek, filistin devletinin geleceğine ölümcül bir darbe indirebilir. bu durumda, daha önce bahsettiğimiz yerleşim blokları, adeta güçlendirilmiş sınır görevi görecektir. diğer bir deyişle, israil açısından, iki devletli bir çözümün başarısızlığı, hiçbir şekilde tek devletli bir çözüme giden yolla bir değil.

mahmud abbas faktörü

filistin devlet başkanı mahmud abbas da işte bu aciliyet duygusu içinde bağımsız bir devlet için titizlikle çalışıyor. her ne kadar kendi kampı içinden de israil’in taleplerine karşı fazla ılımlı olmakla eleştirilse de, yoğun gayretleri sonuç getirebilir – hem de yukarıda çizilen kasvetli tabloya rağmen. aslına bakılırsa, filistin tarafında, gerçek bir israilli ortak olmadığı halde süreci canlı tutmanın bir yolunu bulan tek kişi abbas.

her şeyden önce, abbas, olası bir üçüncü intifada’da en büyük kaybı filistinlilerin yaşayacağının farkında. keza, semeresi yok denecek kadar az olan ikinci intifada da, israil’in gazze’den tek taraflı olarak çekilmesinin ve ardından da ablukanın yolunu açmıştı. bunun üzerine, öyle görünüyor ki, giderek artan hayal kırıklıklarına rağmen, filistin nüfusu da süreçle ilgili pürüzleri anlıyor ve barışa gerçekten bir şans veriyor.

ikinci ve daha da önemlisi de abbas, filistin’in uluslararası arenada tanınmasını sağlama yönündeki stratejisinin meyvelerini topluyor gibi görünüyor. sadece avrupa’da değil, abd’de de israil’in her yaptığına körlemesine destek verilmesi durumu değişiyor.

birleşmiş milletler’in (bm) filistin’i üye olmayan gözlemci devlet olarak tanıması ve avrupa birliği’nin (ab) işgal altındaki filistin topraklarından ithal edilen ürünlere yaptırım getirmesi de bu doğrultuda artan ivmenin bir parçası. söz konusu adımlar tek başına sembolik görünebilir, ama hepsi birlikte değerlendirildiğinde somut bir stratejinin parçası oldukları anlaşılıyor.

şu anda israilliler açısından barış için pek fazla teşvik unsuru mevcut olmamakla beraber, dünya kamuoyundaki değişiklik ve uluslararası ekonomik yaptırım tehdidi, önemli bir dönüşümü işaret ediyor. israil’in son müzakere turuna dahil olarak en azından “oyuna katılıyormuş gibi” yapmasının nedeninin bu olduğu açık. ancak zaman israil’den yana olsa bile, netanyahu’nun süreci uzatma stratejisinin uluslararası platformda baskı görmesi de son derece mümkün. ki, bu sayede filistinliler açısından küçük de olsa bir fırsat penceresi aralanabilir.

abd'de dünyaya gelen louis fishman, 1995 yılında israil'in hayfa üniversitesi orta doğu tarihi bölümü’nden mezun oldu. chicago üniversitesi yakın asya dilleri ve uygarlıkları bölümü’nden yüksek lisans (1999) ve doktora derecelerini (2007) aldı. halen new york şehir üniversitesi brooklyn college’da öğretim üyeliği yapan fishman, osmanlı filistini’nin son dönemlerini mercek altına alıyor.ottoman palestine: the roots of jewish hegemony and palestinian protest (osmanlı filistini: yahudi hegemonyasının kökleri ve filistin protestosu) isimli kitabı yayım aşamasında bulunan fishman'a http://louisfishman.blogspot.com adresinden ulaşılabilir.

twitter'dan takip edin: @istanbultelaviv

bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve al jazeera’nın editöryel politikasını yansıtmayabilir.

Louis Fishman

abd'de dünyaya gelen louis fishman, 1995 yılında israil'in hayfa üniversitesi orta doğu tarihi bölümü’nden mezun oldu. chicago üniversitesi yakın asya dilleri ve uygarlıkları bölümü’nden yüksek lisans (1999) ve doktora derecelerini (2007) aldı. Devamını oku

Yorumlar

Bu sitede yer alan içerikler sadece genel bilgilendirme amacı ile sunulmuştur. Yorumlarınızı kendi özgür iradeniz ile yayınlanmakta olup; bununla ilgili her türlü dolaylı ve doğrudan sorumluluğu tek başınıza üstlenmektesiniz. Böylelikle, Topluluk Kuralları ve Kullanım Koşulları'na uygun olarak, yorumlarınızı kullanmak, yeniden kullanmak, silmek veya yayınlamak üzere tarafımıza geri alınamaz, herhangi bir kısıtlamaya tabi olmayan (format, platform, süre sınırlaması da dahil, ancak bunlarla sınırlı olmamak kaydıyla) ve dünya genelinde geçerli olan ücretsiz bir lisans hakkı vermektesiniz.
;