Görüş
Arap Baharı’nda İran ve Türkiye
Ortadoğu’daki sorun, Türkiye ve İran’ın siyasi projelerinin varlığından ziyade, Arap toplumlarında ulusal ve milliyetçi nitelikler taşımayan, mezhepçi yapıya sahip projelerin varlığından kaynaklanıyor.
arap dünyasında bölgede etkin arap ülkeleri düzlemindeki liderlik boşluğu, arap devrimleri ve bu devrimlerin yol açtığı yeni durumlarla birlikte daha da büyüdü. ancak bu boşluk, arap baharı öncesinde de vardı ve arap ülkelerinin (bölgeye dönük farklı tutum ve görüşleri nedeniyle arap kitlelerini çekecek etkili liderlik rolü oynamada gösterdiği mutlak başarısızlığın da açık ifadesiydi.
arap rejimlerinin iç ve dış meseleleri ele almadaki başarısızlığının sonucu, sembolik bir liderlik görüntüsü veya (arap olmasa dahi) bir kurtarıcı arayan arap halkları nezdinde hayal kırıklığının kümeleşmesi oldu. arap rejimlerinin, vatandaşları toparlayıcı ulusal ve milliyetçi kimlik üreten modern devletlere dönüşmekte başarılı olamayışıyla birlikte alt kimlikler benzeri görülmemiş bir şekilde patladı ve devlet öncesindeki oluşumlar (kabile ve topluluklar) sahnede en önde yer aldılar. böylelikle bu oluşumlar, halk içinde birer aktör ve etkin güce dönüştüler, devlet şemsiyesinin yokluğunda insanların sığınağı ve şemsiyesi haline geldiler.
iran ve türkiye, arap liderlik boşluğundan epey istifade ettiler, bölgeye dönük ciddi bir proje ve vizyon sahibi olmaları sebebiyle bölgede büyük ve etkin güçlere dönüştüler. arap devrimleri ve bu devrimlerin yol açtığı büyük devletlerin yokluğu, iran ve türk rollerinin bölgedeki etkinliğini pekiştirdi.
arap ülkelerinde yaşanan dönüşümler, iranlılar ve türkler tarafından kendi bakış açıları doğrultusunda olumlu karşılandı. iranlılar, arap baharı’nı ‘islami uyanış’ olarak adlandırıyorlar; türkler ise ondan ‘bölgesel bahar’ olarak bahsediyorlar. taraflar mevcut değişikliklerden kendi projelerine ve eğilimlerine hizmet edecek, bölge genelinde nüfuzlarını güçlendirecek şekilde istifade etmek istiyorlar.
ufukta özellikle de arap maşrık bölgesinde bir iran-türk rekabetinin işaretleri beliriyor, zira her iki tarafın bölgesel oyunda kendi özel hesapları ve kartları var. ayrıca iddialı devletler olarak ulusal çıkarlarının gerektirdiği doğrultuda çalışma hakları da var. buradaki asıl sorun, arap sosyal bölünmüşlüğünde. bu bölünmüşlük, abd ve israil’in dışında kalmadığı bölgesel bir rekabet sahasına dönüşen arap toprağında mezhepçiliği, iran ile türkiye arasında payların bölüşümü için doğal olarak verimli bir zemin haline getiriyor.
siyasi sünnilik
türk projesi sadece dini ideolojiye dayanmıyor; bu proje aynı zamanda iktidardaki akp islamcılarının esasında türk siyasi sisteminin referansı olarak kabul ettiği atatürk laikliğinin de bir ürünü. dolayısıyla islamcılar iç politikalarında bu mantığa göre hareket etmekteler, bu temelde seçimlere girmekte ve ülkeyi yönetmekteler. lakin bu durum, onların dış politikada klasik osmanlı mirasıyla hareket ettikleri, arap baharı sonrası mezhepçi bölünmeyi ve islami yükselişi kendi nüfuzlarını genişletmek için kullandıkları gerçeğini ortadan kaldırmaz.
bu bağlamda, türk dış politikasının beyni konumundaki dışişleri bakanı ahmet davutoğlu’nun bir süre önce yaptığı açıklamalara dikkat çekmek kaçınılmaz. davutoğlu, bölgede baş gösteren sünni canlanmanın, şii canlanmanın yerini alacağından bahsetmişti. zira davutoğlu’nun mısır ve kuzey afrika’daki islamcı partilerin elde ettiği başarılardan oldukça mutlu olduğu görülüyor. davutoğlu ayrıca kendi tabiriyle ‘şii kalkanı’ ile ‘sünni bloğu’ arasındaki anlaşmazlığı ortadan kaldırma zamanının geldiğini ancak bunun iran’ın bölgedeki sünni liderliği kabul etmesiyle yapılacağını düşünüyor.
türkler, görüldüğü gibi, sünniliğin ayağa kalkması için tarihi anın geldiğini ve bu mezhepçi yaklaşımların, türkiye’nin bir ölçüde, farklı bir şekil ve içerikle de olsa, osmanlı rolünü geri alarak bölgedeki nüfuzunu güçlendirmesi için önemli bir fırsat oluşturduğunu düşünüyorlar. dolayısıyla türkiye’nin bölgede iktidara gelen islamcı partileri desteklemesi ve keza iran’la belli başlı rekabet sahaları olan irak, suriye ve lübnan’da sünniliği temsil eden oluşumlara açık destek sunması adeta zorunlu bir hal alıyor.
türkler (ki bu noktada oldukça dürüstler) konunun bölgede bir mezhep savaşına dönüşmesini istemiyorlar. zira böyle bir savaş hiç kimsenin çıkarına değil. bu yüzden de, siyasi sünnilik lehinde seyreden mezhepçi denge de dahil olmak üzere, halihazırdaki güç dengelerini anlamak doğrultusunda boyutları ve rolleri belirlemek için iran’la anlaşma arayışındalar. türkler, ‘bölgesel’ baharın türkiye’yi islami düzlemde bir model olarak almasını umut ediyorlar.
siyasi şiilik
iran, islamcılarla yönetilen laik türkiye’den farklı bir model sunuyor. zira iran, din adamlarının yönettiği ve anayasasının açıkça devletin mezhep kimliğine işaret ettiği bir din devleti. keza iran, batı’yla ilişkiler hakkında ve bölgedeki kendi siyasi projesiyle ilgili konularda daha az pragmatist ve daha fazla ideolojiktir. geçen on yıllık dilimde bölgedeki rakiplerinin yaşadığı büyük kayıplar karşısında bölgesel düzlemde önemli kazanımlar elde etti.
iran’daki devletin şii islami kimliği doğrultusunda, iran dış politikasındaki belli başlı kartların şiilik ve islamcı hareketler olduğu söylenebilir. şiilik açısından bakıldığında, iran kendisini bölgedeki ‘siyasi şiiliğin’ lideri olarak sunuyor, farklı şekillerde arap şii çevrelerinde nüfuzunu güçlendiriyor. keza iran, bölgedeki islamcı hareketlerle önemli ilişkilere sahip. ayrıca sünni ve şii direniş hareketlerine de büyük destek veriyor. bu da iran’ın hamas ve arap dünyasındaki birçok ihvan (müslüman kardeşler) hareketiyle ilişkilerini güçlü kılıyor.
arap baharı devrimleri, iran’ı bazı rakiplerinden (hüsnü mübarek) kurtarmış ve müttefikini (esad rejimi) zora sokmuşsa da genelde onun lehine gelişebilecek değişikliklere dair umut verdi. bu durum, iran’ın arap baharı’na ‘islami uyanış’ adını vermesini ve 1979 yılında sunduğu devrimci modelin bu uyanışa ilham kaynağı olduğu yollu savını pazarlamasını sağladı. iranlıların, kendileriyle iyi ilişkiler içindeki islamcı hareketlerin yükselişinde, bölgedeki nüfuzlarını güçlendirme ve projelerine hizmet etme fırsatı gördükleri açık.
ancak iran, arap dünyasında artan mezhepçiliği gözden kaçırıyor. bu mezhepçilik ayrıca kendisine yönelik (irak’taki mezhepçiliği desteklemedeki rahatsız edici rolüyle başlayan ve suriye devrimine yönelik tutumundan dolayı) dozu artan bir düşmanlık taşıyor. iran’ın halihazırda sadece şii kazanımlarını korurken sünni çevrede çok şey kaybettiği, arap maşrık’ta (irak, suriye ve lübnan) şu ana kadar türkiye ile rekabette ve genel olarak bölgede etkili güçler israil, abd veya körfez ülkeleriyle çekişmesinde sadece üç alandaki konumunun güçlü kaldığı görülüyor.
güç noktaları
türk modelinin gücü, islamcılığın laiklik ve demokrasiyle uzlaşma kapasitesinin yanısıra ekonomi alanında üretken bir yönetim deneyimi sunmasında saklı. bu yönetim, iran tarzı (velayeti fakih veya fukahaların kontrolündeki) bir din devleti istemeyen ve demokratik sivil bir sistemi arzulayan arap kitlelerinin taleplerine daha yakın bir modeli temsil ediyor.
keza türkler, batı’yla olumlu (veya türkiye’nin nato üyeliğinden kaynaklanan olumluluk ötesi) ilişkilerle harmanlanmış/iç içe geçmiş/bütünleşmiş siyasi bağımsızlığa bir model sunuyor. dolayısıyla bu model, özellikle insanların büyük bir kesiminin fakirlik, işsizlik ve kötü ekonomik şartlardan kurtulma istekleri ve yeni ekonomik sorunlarla birlikte yaşamaya karşı hazırlıksızlıkları gölgesinde, ekonomik yaptırımlardan ve ablukadan uzak olması açısından cazip görülüyor.
iranlılar ise araplar ve düşmanları israil açısından temel bir sorun teşkil eden (filistin davasına) destekleri noktasında ilerideler. türkiye, israil’den biraz uzaklaşmasına, hatta onunla siyasi ve diplomatik mücadeleye girmesine rağmen, israil ile özellikle güvenlik ve askeri bağlantı hatlarını hâlâ koruyor. iranlılar ise israil’e karşı varoluşsal düşmanlıklarını kesin bir dille ilan ediyorlar, direnişi güçlü şekilde destekliyorlar, bölgedeki batı hegemonyasıyla mücadelede kaybolan arap rolünü dengeliyorlar.
bununla birlikte güç ve zayıflık noktaları, alt kimliklerin patlaması ve mezhepler arası çekişme döneminde daha az öncelikli görülüyor. şöyle ki, türkiye ve iran bu durumda birbirleriyle çatışan iki mezhebin taraflarının siyasi referansından başka bir şey olamıyorlar. bu güç ve zayıflık noktaları, bu veya şu tutumu güçlendirme yahut yıpratma amacıyla mezhepçi/siyasi tartışmada kullanılacak malzemelerden ibaret kalıyor sadece.
arap çözümü
arap dünyasında olan biten, mezheplerin birer siyasi bloğa dönüşmesidir. bu siyasi bloklar yaşanan olaylara ilişkin projeler ve siyasi vizyonlar taşıyorlar; günbegün büyüyen mezhep savaşında rakiplere karşı güç aldıkları referanslara sığınıyorlar. sorun, türkiye ve iran’ın siyasi projelerinin varlığından ziyade, arap toplumlarında ulusal ve milliyetçi nitelikler taşımayan, mezhepçi yapıya sahip projelerin varlığında saklı. bu projeler, arap krizlerine türk ve iran rollerini davet ediyor.
birleştirici bir arap projesinin yokluğu ve arap rejimlerinin kendi vatandaşlarını toparlayıcı bir kimlik oluşturmadaki başarısızlığına, mezhepçi projelere sahip dini hareketlerin yükselişi ve bölgede siyasi olarak dar mezhepçi görüş doğrultusunda hareket eden ülkelerin varlığı eklendi. bunların yanısıra, bölgesel ve uluslararası platformlarda arap çıkarlarını temsil eden güçlü ve etkili arap oluşumunun yokluğu ve özellikle de arap maşrık bölgesinde nüfuz ve kazanımlar etrafındaki çekişme, siyasi sünnilik ve siyasi şiilik oluşturma derecesine varan mezhepçi çekişmeyi büyüttü.
arap baharı, arap bölgesinde devletin yeni temeller ve ilkelere göre inşa edilmesi için tarihi bir fırsattır. bu ilkeler ve temeller, adalet değerlerinin somutlaşmasında, vatandaşlar arasında eşitlik ve yurttaşlık kavramının, alt kimliklerinin egemenliğine son veren, toparlayıcı ulusal bir kimlik oluşturmaya götürecek şekilde inşa edilmesinde, arapların oluşumları ve yönetimleri ile devlet öncesi çağdan lider modern devlet çağına taşınmasında kendini gösteriyor.
bu fırsattan ödün verilmesi, arap çıkarlarını korurken iran ve türkiye ile farklılıkları ve anlaşma noktalarını organize edecek, arap düzleminde öncelikleri düzenleyecek ve israil işgaline doğru yönde düşmanlık besleyecek güçlü bir arap oluşumu bulmakta başarısız olunması, arap toplumsal çöküşü demektir. arap toplumlarında, arap ülkelerini lübnan tarzı açık çekişme sahalarına dönüştürmek suretiyle, israil de dahil, bölgesel ve uluslararası güçlere daha fazla nüfuz çağrısında bulunacak soğuk ve sıcak savaşlar çıkması anlamına gelmektedir.
iran ve türkiye, araplarla stratejik koalisyon ve gerçekçi dostluk ilişkileri içinde olabilirler; fakat bu ilişkiyi inşa edecek ve çerçevesini belirleyecek bir arap oluşumunun bulunması şartıyla. böyle bir durum da ancak arap kimliğine ve ulusalcılığına yoğunlaşan, iç çatışmayı tesis eden mezhep ve aşiret kimliklerini abartmayı reddeden bir arap projesi var olduğu takdirde gerçekleşir.
arap projesinin, kimliğinin ve güçlü arap oluşumunun yokluğunda, arapların türkiye ve iran ile ilişkileri bağımlılık ilişkisine dönüşmektedir. bunun sonucunda bizler, iran arapları ve türkiye arapları veya daha doğru bir ifade ile iran şiileri ve türkiye sünnileri gerçeğiyle karşılaşıyoruz.
bedr el ibrahim, suudi arabistanlı yazar ve doktordur. 1985’te abd’de dünyaya gelen el ibrahim, kral suud üniversitesi tıp fakültesi’nden 2009’da mezun oldu. riyad’daki kral halid üniversite hastanesi’nde doktor olarak görev yapan el ibrahim’in “ertelenmiş hayat” (beyrut arap kültür merkezi, 2008) adlı bir romanı bulunmaktadır.
bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve al jazeera’nın editöryel politikasını yansıtmayabilir.
Yorumlar